Rum Patrikhanesi’ne büyük haksızlık mı yapıyoruz diye son günlerde düşünmeye başladım. Adamlar ne yapıyorlar ki? 1923’ten itibaren, Türkiye’de yabancı uyrukluların ruhbanlık yapamayacağına ilişkin yasa, yönetmelik ve diğer tüm bürokratik işlemleri bir kenara bırakarak ne güzel 2004’ten itibaren ve ne de güzel bir oldubitti ile 12 kişilik Patrikhane dini meclisine (Sen Sinod) yabancı alıverdiler ve Türkiye’nin itirazlarına aldırmayarak yollarına ne güzel de devam ettiler.
İyi de etmişler vesselam. 2010 yılı içinde dayanamadık ve “Hadi bakalım verin bir yabancı uyruklu papaz listesi hemen vatandaş yapıverelim de şu Sen Sinod’taki 6 yabancı orada “yabancı” kalmayıversinler” dedik, adamlar da anında 17 kişilik bir listeyi -zaten hazırmış - burnumuza uzatıverdiler. “Yahu sizde 6 eksik yok muydu?” dememize ise fırsat vermediler. Hoş 2004’te 12 kişilik “Sinod” eksik derken 20’den fazla o rütbede papaz efendi vardı ama ne yaparsınız bunun adı: “Osmanlı’dan süregelen Türk hoşgörüsü” Bir de tabi anında bize ”aferin” diye gaz veren AB ve ABD var ki onlara yaranmak adına pek de güzel bir iş yaptık.
Hem kim diyor ki “Batı Trakya’da müftülerin seçimine izin verilmiyor?” külliyen yalan, vallahi yalan efendim. Orada zaten “Müslüman Türkler” yok ki! Orada “Müslüman Helenler” var.
Yunanistan; seçilmiş Türk müftülere alternatif olarak Pomak müftüler atamakla, hatta vakıf ve derneklerde “Türk” adı kullanılmasına da izin vermeyerek ülkedeki Müslüman topluluğu ne de güzel korumaktadır ve ne kadar da başarılı olmaktadır.
Peki, “Mütekabiliyet nerede kaldı?”
Eh, artık bu zamanda mütekabiliyet de nesi...
Bunlardan kalmadı artık. Hem bakın biz “Patrikhane” ile ilgili ne zaman mütekabiliyet esaslarını dikkate aldık ki.
Verdikçe veriyoruz...
Ama ne yapalım adamlar da çok açmış. Doymadılar gitti...
Ekümenik Patrikhane’nin Sen Sinod’u için 6 eksikleri var diye 2010 içinde 14 papaza TC vatandaşlığı verdik. Ama adamlar şu “Sinod” denen her neyse orada bu “taze” vatandaşları kullanmadılar ve 1 Mart 2011’den itibaren göreve başlayan yeni dönemde bu “taze” vatandaşlardan sadece 1 kişiye dini kurulda görev verdiler.
Tabi ki haklılar efendim. Şimdi bu taze vatandaşların kafasını “sinod minod” diye karıştırmamak lazım. Orada görev yapacak yabancı uyruklular her daim bulunur. Hem yasalara da bir kez delinmekle de bir şey olmaz. Bizim yasalarımız zaten şerbetlidir. Bakınız: 2004’ten itibaren bu yasalarımızı deliyorlar da ne oldu ki?
1925 yılında adamın birini patrik yapmaya kalktılar ama bu adamın mübadeleye göre Türkiye’den gitmesi gerekiyordu. Fakat direndiler ve çok sivri biri olan “Konstantin Araboğlu”nu patrik yaptılar. Bu adamı Türkiye’de barındırmadık diye Yunanistan, Türkiye’ye tekrar savaş açmaya kalktı. Çok şükür Avrupalı devletler o zaman Yunanistan’a “Dur be kardeşim, ne yapıyorsun?” dediler de savaş mavaş çıkmadı.
Bu gün (6 Mart 2011) işte bu Patrik “Konstantin Araboğlu”nun kemikleri hele şükür Türkiye’ye geri getirtildi ve Yunan ile yabancı medyanın ilgisi altında Balıklı’daki “Patrikler Mezarlığı”na gömüldü. Bizim medyamız bugün çok yoğundu. Sokaklardaki polisiye olayların çok daha önemli olması sebebiyle, bu konuya fevkalade az yer verildi. Hem bu adamların ne kötülüğü var ki bize? Ekümenik patriklerin serisini tamamlamak istiyorlar. Bunun haber niteliği mi var?
Hadi var mı bir mangal yürekli!
Yunanistan’a bu patrik gibi “simge” olmuş bir Türk’ün kemiklerini götürüp oraya gömecek bir yürekli aranıyor...
Bu gün Patrik Bartholomeos, oradaki az sayıda Türk basın mensubuna şöyle dedi:
“Bu bizim için dini bir borç olarak gerçekleştirilmiş oldu. Bugün bu vazifemizi ifa etmiş olduk"
Evet, gerçekten bir görevi bu gün yerine getirdiler. Megali İdea’nın amaçlarına göre adım adım İstanbul’un, “Konstantinopleleşmesi” için ilerliyorlar ve biz de saf saf “Ne var bunda?” diyoruz. Aklımıza nedense arada sırada şu “mütekabiliyet” kelimesi takılıyor sadece...
Devam edelim! Batı Trakya’daki her şey yolunda olduğu için biz de “Büyükada Yetimhanesi”nin tapusunu, tüzel kişiliği olmayan Patrikhaneye verdik sırada “Heybeliada Ruhban Okulu”nun açılması var. Allah’ın izniyle onu da en kısa zamanda açarız. Hem adamların dini eğitim için olanakları yok. Mutlaka açmalıyız değil mi?
İyi de öğrencileri yok! ............. Olsun getirtirler...
Ama öğretmenleri de yok! ............. Olsun onu da temin ederler...
Yahu bu okul onlara lazım değil de taşıma suyla faaliyet gösterecekse, Dünya’da kaç tane Yunan dini okulu var orada okusalar ya.
Anlasanıza be kardeşim! ............. Bu okul onlara makam olarak lazım...
Papazlar da ondan ötürü çok olmalı. “Maiyet” meselesi bu “diniyet” değil... Yani ortada dini bir ihtiyaç falan yok!
Bu arada şunu atlamayalım. Şu 6 kişilik makam da ne tatlıymış. Adam yok diye 14 kişi TC oldu ama aralarından sadece 1 kişi oraya atandı. Bu ne demek?
Acele yok be kardeşler. 14 kişiden 1’i işte ne güzel artık görevde. Hem biz geçen yazımızda da yazdık! Sırada 11 kişi için yapılan yeni bir müracaat daha var ya, oradan da 1 kişi alırlar. Yani 6 kişilik eksik için şöyle 100 dolayında TC vatandaşı daha papaz yapılırsa “Sen Sinod” listesi tamamlanır. Sanırız ki bu durumda “Panik” yok!
Yine “mütekabiliyet” mi dediniz. Bir de aralardan “Batı Trakya” diyen mi var? Susun da izleyin. Bizans’a, pardon Ekümenikliğe beş kalayız. Böyle bir dönemde kafaları karıştırmak ayıp değil mi?
Sevgili okuyucular; yeni bir “Geceyarısı Ekspresi” vakası ile karşı karşıyayız...
Rum Patriği Bartholomeos’un Heybeliada Rum Ruhban Okulu'nda mezun oluşunun 50. yıldönümü büyük bir provokasyona malzeme oldu/olacak. Heybeliada Rum Ruhban Okulu için “Suskun Okul” (The Silent School) adlı bir belgesel hazırlandı ve galası Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki “Yunanistan Başkonsolosluğu”nda geçtiğimiz Şubat ayının son günlerinde gerçekleştirildi.
Yunan Milletvekili “Hrisa Arapoğlu”, bu galada; Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasının kendileri açısından çok önemli olduğuna değindi ve Bartholomeos’a dönerek şöyle konuştu: ”Eminim ki bu belgeseli izledikten sonra, sizin yıllardır süren mücadelenizi daha iyi anlayacağız.”
Galada konuşan Bartholomeos ise Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmak istediğini, kendilerinin isteğinin ise Ruhban Okulu'nun eğitime açılması olduğunu söyledi. Buradaki bağ ve etkileşimden dolayı “aba altı sopa” diye söz etmek; komplo üretmekle eşdeğer ise ne olur kusurumuza bakmayınız. Bunun adı resmen “aba altı sopa”dır. Bu; “İstersen açma da görelim” bağlamında bir söylemdir...
Galada Bartholomeos şu sözleri de sarf etti: “Ben de bu okulun mezunuyum ve 7 yılımı burada geçirdim. Daha sonra da müdür yardımcısı olarak bu okulda görev yaptım. 40 yıldır suskun olan bu okulun tekrar açılmasını ve suskunluğunun son bulmasını istiyorum.”
Belgeselin yönetmeni “İrini Sarıoğlu” ise “Ruhban Okulu'nun sessiz çığlıklarına kulak verelim.” şeklinde konuştu.
Adımlar sıklaştı eylemlerin arası kısaldı. Zamanımız az kaldı mı ne?
“Ekümenikliğe beş kalayız” vesselam.
Hem ne olur ki İstanbul’da, “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer sayılacak bir şekilde, “Vatikan”vari Ekümenik bir “devletçik” kurulsa... Ne kadar da çok yabancı devlet bize “şak şak” eder.
Hem bilinmez ki belki bu bize AB yolunu da açarsa ne iyi olur. Hatta İstanbul’a turist akını da olur ve ekonomi canlanır.
Batı Trakya’dan “MÜTEKABİLİYET” diye bir çığlık mı geldi?
Aldırmayın!
Kanıksadık, oradan hep gelir zaten...