31 Ekim 2009'da Bulgaristan’daki Türklerin Başmüftü olarak Mustafa Aliş Hacı’yı seçmesiyle birlikte Yunanistan’ın Batı Trakya’daki seçilmiş başmüftülere yaptığı gibi bir uygulama başladı. Bulgaristan Yüksek Mahkemesi’nin seçimi tanımaması, şaibeli bir kişi olan Nedim Gençev’i bu göreve getirmiş oldu ve protestolar başladı. Bulgaristan’ın farklı illerinden gelerek Sofya’da toplanan bine yakın din adamı bir toplantı yaptılar ve ardından bir yürüyüş gerçekleştirdiler.
Seçilmiş Başmüftü Mustafa Aliş Hacı bu atama kararı ile ilgili olarak şu sözleri söyledi: “Hiç bir zaman devletin karşısında olmadık. Biz Bulgaristan'ın hepimiz için ana olmasını istiyoruz. İrademizi özgürce belirtmek istiyoruz. Özgürlük, barış ve tüm ülke halkı için eşitlik diliyoruz, dinimizi özgürce yaşamak istiyoruz.” Başmüftülük Avukatı Asan İmamov da mahkeme kararının aksine Mustafa Aliş Hacı’nın seçiminin tamamen yasalara uygun olarak yapıldığını dile getirdi. Toplantıda, 150 bin Müslüman’ı temsilen imam ve müftülerin hazırladığı bir deklarasyon da Bulgaristan devlet makamlarına gönderildi ama bir işe yaramadı.
2010 yılı içinde Bulgaristan Devleti bir yandan olumlu izlenim verme gayreti gösterdi ama diğer yandan da devlet kurumları, başta mahkemeler Todor Jijkov ruhunun daim olduğunu, asimilasyoncu kafaların değişmediğini ortaya koydu. Bulgaristan’daki Türk kompleksi ve düşmanlığının süregeldiği, devlette ve halkta bu konuda oturmuş bir olgu olduğu ve Bulgaristan’ın gösterdiği dostluğun “sahte” olduğu gözlemlenmektedir.
Bulgaristan, 1925 yılında bir çarlık; 1944’te sosyalist cumhuriyet; 1991’de de kansız bir ihtilal ile demokratik cumhuriyet olmuştur. Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Bulgaristan’ın ikili olarak ya da taraf olarak imzaladıkları birkaç anlaşma vardır. Bulgaristan Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 18 Ekim 1925 tarihinde yapılan “Dostluk Antlaşması” ve onun eki olarak da aynı tarihte imzalanan “Oturma Sözleşmesi” ise bunlar arasında önem arz eden antlaşmadır. Kadük olup olmadığı günümüzde tartışılan 1925 Antlaşması ve eki, üçer sayfalık ve çok kaba hatlarla tanımlamalar yapan belgelerdir.
Bu tarihsel süreçte, soydaşların hukuki ve sosyal sorunları süregelmiştir. Todor Jifkov döneminde vuku bulan ve soykırıma varan olaylar ise hâlâ hafızalardadır. Şimdi ortaya çıkan bu tabloda, Jifkov ruhunun devam ettiği görülüyor. Bu güne kadar sessizce süregelen bir baskı ve çığlık söz konusudur. Bulgaristan Türkleri de aynı Yunanistan Türkleri gibi Bulgaristan’da “Türk” değil “Müslüman” topluluk olarak telakki edilmektedirler.
1993 ile 2007 yılları arasında görev yaptığımız (Türkiye’deki) Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda üç cumhurbaşkanı, pek çok başbakan, çok sayıda bakan ve milletvekili ağırladık. Bunlar arasında yine çok sayıda Türk asıllı milletvekili de bulunuyordu. Görünen dostluk ve sempatinin samimi olmadığı ve soydaşları ”oy potansiyeli”, Türk partilerini de “koalisyon” için “dolgu maddesi” olarak gördüklerini çok önceden gözlemledik.
Şimdi karşı karşıya kalınan durum artık su yüzüne çıkan Türk düşmanlığıdır. Batı Trakya’da “seçilmiş müftü”lere karşı ortaya çıkan “atanmış müftü” olayı Bulgaristan’da da zuhur etmiştir. Komünist Rejim’de polise ajanlık yaptığı iddia edilen Nedim Gencev, Bulgar Devleti tarafından, 1996 yılında olduğu gibi yine atanmış başmüftü olarak kabul ettirilmek istenmektedir.
Nedim Gencev’in Plovdiv’de (Filibe) bulunan Cumalı Cami’sinin kapılarını serserilere kırdırdığı, Rodoplar’daki camilere baskınlar düzenleterek sindirme yapmak istediği de iddialar arasındadır. Rudozem, Kornitsa, Breznitsa’da ve Dospat’ta,yine bu bağlamda sildirmek için çok sayıda imam gözaltına alındı ve uzun sorgulamalardan sonra serbest bırakıldılar. Sofya’da ise icra memurları Sofya Bulgaristan Baş Müftülüğü binasını mühürlediler ki esas vahim mesele de budur.
Türkiye’ye neden kaşının üzerinde göz var dercesine AB üyesi yapmamak için akla gelmedik zorluklar çıkaranlar, Türkiye’yi baskıcı ve insan hakları ihlalcisi ilan edenler; AB üyesi Bulgaristan’daki insan haklarını göz ardı etmektedirler.
2009’da mahkeme kararıyla iptal edilen Başmüftülük seçimi için 12 Şubat 2011’de yine kongre yapılmıştı ve Mustafa Aliş Hacı yine oylamada birinci olmuş, AB İnsan Hakları Komisyonu üyeleri de gözlemci olarak bu kongreye katılmışlardı. 2009’da olduğu gibi yüksek mahkeme yine bu kongreyi tescil etmedi. Nedim Gencev ise bu süreçte, az bir katılımla “alternatif” bir kongre düzenlemişti. Bulgaristan bu alternatif kongreyi tescil etmek istemektedir.
Mustafa Aliş Hacı tarafından AİHM’ye taşınan bu haksızlık için şimdi AİHM hâkimlerinin ne karar vereceği de merak konusudur. Zira Türkiye’deki Rum Patriği “grip” olsa neredeyse “Patriğe ne yaptınız” diyecek olan AB ve AİHM bakalım bu haksız durumda ne yapacaklardır.
12 Şubat’taki kongreye Bulgaristan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ve Başbakanı Boyko Borisov’un birer tebrik mesajı göndermeleri ise resmen “ironi” anlamındadır. Bu mesajları 1,5 Milyon Türkün bulunduğu Bulgaristan’da bir kafa karıştırma ya da nifak sokma olarak algılayanlar da çoktur. Bir tarihçi olan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’un bu davranışının altında yatan nedenin, Soğuk Savaş dönemlerinde çok gözlenen tipik bir KGB türü kontrenformasyon olması olasıdır.
Bulgaristan'da Seçilmiş Başmüftü Mustafa Aliş Haci'nin basın merkezinden şu açıklamalar yapılmıştır:
“Son iki yılda Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülüğü ve Müslüman Cemaati’ne karşı yürütülen yasa dışı eylemler hakkında bulunduğumuz şikâyet ve suçlamalara karşın bir tek soruşturma ya da önlem alınmamıştır. Savcılık, İçişleri Bakanlığı, Devlet Milli Güvenlik Ajansı, Milli Gelirler Ajansı, Bakanlar Kurulu’na bağlı Diyanet Müdürlüğü ve diğer devlet makamları Başmüftülüğe karşı eylemlerini sürdüren kişilerin arkasındadır. (...) Gerekirse, her ay konferanslar düzenlemeye de hazırız, ancak bu girişimlerimiz siyasiler tarafından dikkate alınmamaktadır. (...) Biz, Bulgaristan’daki bütün Müslümanları temsil ediyoruz ve bu 12 Şubat’ta yapılan olağanüstü kongrede kanıtlandı. En yakın zamanda Sofya’daki Başmüftülük binasına gideceğiz ve mühürlenmiş olan binanın tekrar Müslümanlara hizmet vermek üzere açılmasını sağlayacağız.”
Görünen odur ki, Bulgaristan’da da aynı Batı Trakya’daki seçilmiş müftüler krizinin bir örneği yaşanmaktadır. Yunanistan’la Türkiye arasında her zaman korunan ”hasım” olma durumu, “dost” ülke görünümüne rağmen Bulgaristan’la da vardır ve bu Bulgaristan’daki, Osmanlı’dan süregelen Türk düşmanlığının ortadan kalkmadığını, devlet eliyle sürdüğünü gözler önüne sermektedir.