8 Temmuz 2010 Perşembe

BİR KİTABIN ÖYKÜSÜ: “PATRİKHANE ile MÜCADELEM”


Bu ay içinde çıkacak olan bir kitabım var. “PATRİKHANE ile MÜCADELEM” Sonunda matbaanın merdaneleri dönmeye başladı.

1993 ile 2007 yıları arasında yaptığım Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda geçen yılları belgelerle anlatıyor. Bu kitap; 780 sayfa ve 300 belge ile fotoğraf ve gazete kupürü içeren, Fener Rum Patrikhanesi ile Bulgar Ortodoks Cemaati arasında o yıllarda geçen hadiseleri gözler önüne serecek.

Bu süreçte 1996 yılında Patrikhane’nin bize yapmaya çalıştığı asimilasyona karşı açtığım bir dava; 1997 yılında Yargıtay’ca onaylandı. Bu aslında Türk Ceza Kanunu’nun 175,1 Maddesinin ilk defa Yargıtay’ca onayladığı bir dava olarak hukuk tarihimize girdi.

2002 yılında açtığım bir başka dava ise 2007’de Yargıtay’ca onaylandı ve Dünya’da büyük ses getirdi. Bu konudaki televizyon haberleri linklerden izleyebilirsiniz. 2007’deki dava bu gün Devletimizin elindeki “Rum Patrikhanesi Ekümenik Değildir” şeklindeki söylemin en büyük mesnetidir.

Aşağıda metin; bu kitabımın içinde bulunan ve kitabın yazılmaya başlamadan önceki, biraz da trajikomik şekilde anlatılan “Bu Kitabın Öyküsü” bölümüdür.

Bu Kitabın Öyküsü

Ben kitap okumayı çok severim ve zengin bir kitaplığa sahibim. 1993’te Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda göreve aldığımda baktım ki 40 yaşına kadar Bulgar Kilisesi ve Eksarhlığı ile ilgili pek az şey biliyorum. Evvela Türkçe literatürdeki kaynakları toplamaya başladım ve ne yazık ki bu konuda çok az kaynak bulabildim. Bulgaristan’daki tanıdıklarım vasıtasıyla kitaplığım ve arşivim zenginleştikçe bir kitap yazmaya niyetlendim ve hazırlıklara başladım ve bu niyetimi bazı arkadaşlarımla paylaştım. Bunun sonucunda çok trajikomik bir sonuç ortaya çıktı.

“Ahtapot” Daha Yazılmadan Bir Gazeteye Manşet oldu!

Tarihe not düşülmesi adına böyle bir kitap yazmak çok iyi olacaktı. Fakat henüz ortada daha hiç bir şey yoktu. Bu sadece bir karardı, niyetti. Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda olan bitenle ilgili bir kitap yazmak istediğimi ve gerçekleri insanların önlerine sermek düşüncesinde olduğumu, Temmuz 1994’te, İstanbul’a gelen Bulgar Patrikhanesi Arşiv Müdürü Hristo Temelski ile konuşmuştum. Bana laf arasında kitabın adını sorduğumda espri olsun diye “ahtapot” olabilir dedim. Kendisi bu çalışmamı ciddiye aldı ve bana yardım edeceğine de söz verdi. Zaten ilerde Temelski ile birçok defa daha görüştük, karşılıklı belge ve bilgi alışverişimiz çok oldu.

Bir gün, Bulgaristan’dan telefon aldım. Bir tanıdığım bana faks çekeceğini söyledi. Faksı alınca hayretler içinde kaldım. Çünkü bizim daha bir sayfası dahi yazılmamış kitap yazma tasarımız; birinci sayfadan ve manşet olarak Bulgaristan’ın en büyük tirajlı gazetelerinden birinde ana haber olmuştu. Ben bir gazeteci ile bunları paylaşmamıştım. Ancak, yazıdaki ifadeler benim kendi söylemlerim ve düşüncelerimdi. Bunları nereden almışlardı, bulmuşlardı? Bir saat kadar sonra durum anlaşıldı!

Bizim Hristo kitap yazma niyetimizi, abartarak ve sanki kitap basıma hazırmış da yakında basılacakmış gibi bir gazeteciye aktarmış. Bu gazeteci de benimle hiç tanışmadığı halde, olayların gündemdeki yerini ve Rum Patrikhanesi’nin o esnada Bulgar Ortodoks Cemaati’nde yarattığı kepazeliği göz önüne almış ve bizim ortada olmayan kitabımızı ve Rum Patrikhanesi ile olan mücadelemizi manşete taşımış.

İşin garibi “Duma” (Söz) Gazetesi, Bulgaristan’daki tirajlı ve saygın bir gazetedir. Bu habere nasıl irdelemeden atladıklarını ve ana haber olarak verdiklerini ise bu kadar sene geçti, hâlâ anlayabilmiş değilim!

Daha sonraları ise durum daha da komik bir hal aldı. Birçok Bulgar yayın evi benimle temasa geçerek, kitabın aynı anda Bulgaristan’da da yayınlanması için tekliflerde bulundular. Aslına bakarsanız bu komik durum beni böyle bir kitabı mutlaka bitirmeye teşvik etmedi değil. Çünkü ortada olmayan kitap için, benimle bir şekilde temasa geçen her arkadaş ve gazeteciler bana Ahtapot’un (Bulgarca söylemi ile “Ahtapota”nın) durumunu, ne aşamada olduğunu sorar oldular.

Hristo Temelski’nin ayrıca, 27 Temmuz 1994 tarihli, Bulgar Patriği Maksim’e yazdığı bir gizli rapor var ki daha sonra o da benim de elime geçti. Raporda da bu “ahtapot” işi fevkalade ciddiye alınmış ve şu ifadeler yer kullanılmıştır: “Bay Bojidar Çipof; elde etmiş olduğu deliller ve ifşa edici materyaller bazında “Ah­tapot" adlı bir kitap yazmaktadır. Bu Ahtapot; İstanbul’daki Bulgarların hayat suyunu emmek isteyen ve onları sarmış olan sayısız kollarıyla İstanbul Patrikhanesi’dir.”

Duma Gazetesi’ndeki Haberin tercümesi şöyledir:

"Ekümenik Patrikhanesi Ahtapot Olarak İlan Edildi
 
5 Ekim 1994 Duma Gazetesi Sofya -Radka Petrova
Metropolit Neofit bu gibi suçlamalar
Ortodoks birliğini kuvvetlendirmiyor dedi

İstanbullu Bulgarlardan Bojidar Çipof’un yazmakta olduğu bir kitapta İstanbul’daki Ekümenik Patrikhanesinin sinsi faaliyetleri, “ahtapot”un zehirli kollarına benzetilmekte­dir. Soydaşımız evvela Türkçe olarak yayınlamayı düşündüğü kitabının adını “Ahta­pot" olarak koymuş.

Yazara göre düşünceleri belki acemice nakledilmiş de olabilir, fakat hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da artık herkesin "Grekomanya” yayıcılarının hain fikirlerini bilmesi gerekmektedir. İşte, Ahtapot’un meydana çıkış sebebi de aslında bu imiş.

Bojidar Çipof İstanbul’daki 600 kişilik Bulgar cemaatinin bir üyesidir. Firmasının adı da “Bojidar” olup elektronik ses cihazları ticareti ile uğraşmaktadır. Bojidar Çipof ilk eserini kendi imkânları ile yayınlayacaktır. “Ahtapot”tan anlaşıldığına göre İstanbul’daki cemaatimizin 190 ailesinden 25 kadarı, kendilerini Patrikhanenin zararlı Rum tesirine terk etmiş durumdadırlar.

Yazara göre, soydaşlarımız; Bulgarlık yerine sevimli bahanelerle ve Hıristiyanlığın birliği adıyla “Rum Davası” saflarına çekilmektedirler. Kitabında; Bulgarların vaftiz belgelerinin Bulgarca değil de Patrikhane’nin istekleri doğrultusunda Rumca yazılması istenmesi üzerine, Bulgaristan’da yankılanan olay, tüm detaylarıyla anlatılmaktadır. Skandal ancak Bulgar Patrikhanesi’nin müdahalesi ile bastırılmıştır.

Ekümenik Patrikhane; İstanbul’daki Bulgar Kilisesi ve cemaatinin kendi yetki alanında altında olduğu ve kendi kanonları (dini kanunlar) çerçevesi içinde hareket edebileceği gerekçesi ile kendi müessesesinin faaliyetlerini haklı çıkarmaya çalıştı. Her iki taraf arasında görünürdeki suskunluktan aylar geçtiği halde; İstanbul’daki Bulgar Cemaati hâlâ Bulgaris­tan’dan gelecek olan özel vaftiz belgelerini bekliyorlar.

Bojidar Çipof, kitabı için şimdiye kadar yayınlanmamış olan verilerden faydalan­mıştır. Kendisi bunların inanırlığını garantilemekte ve Gırkoman soydaşlarını tekrar özüne döndürebileceğini ümit etmektedir.

Yazar kitabında; bazı Bulgarların ve hatta kendisinin de üyesi olduğu Kilise Yönetim Kurulu üyelerinden birkaçının, talimatlar almak için, Rum Patrikhanesine sürekli gitmeye de­vam ettikleri gerçeğini ortaya koymaktadır.

Ağustos ayında "Duma" gazetesinde çıkan habere göre, Türkiye son nüfus sayımında, sınırları içinde 28 etnik gurubun varlığını resmen kabul etti. Ancak bunların içinde Bulgarlar yok. Bu durumda Patrikhanenin gizli etkinliklerinden söz edilebilir mi? Yazara göre ilgisiz kalır, kayıtsızca davranılırsa İstanbul’daki kolonimizin (cemaatin) son ferdi de Rumlar tarafından asimile edilmiş olacaktır.

Bulgar Patrikhanesi Sen Sinod Üyesi Dorotolski ve Çervenski Metropoliti Neofit’e göre ise (Rum) Patrik Hazretleri; İstan­bul’daki Bulgarları Rumlaştırmak gibi bir hareket yapmamıştır. Şimdiye kadar Bulgar Kilisesi onların (
Rumları kastediyor) ruhani bölgesinde bulunduğu halde; dil, gelenek ve bayram gibi Bulgar adetleri aynen kalmaktadır. Ona göre Ortodoks Kilisesi’nin başına (Rum Patriği kastediliyor) yapılan bu suçlamalar, Ortodoks birliğine bir yarar sağlamamaktadır. Neofit, vaftiz ve evlenme belgelerinin hazır olduğunu ve yakın bir gelecekte basılıp İstanbul’daki Bulgar Ortodoks Cemaati’ne gönderilebileceğini sözlerine ilave etti.
"

Patrik de Ahtapotu Yorumluyor

Bu gazetenin haberinden iki hafta sonra, 19 Ekim 1995 günü, yine Bizans oyunları ile Şişli İvan Rilski Kilisesi’nde yapılan, kilisenin gününde Rum Patriği Bartholomeos ortaya çıktı.

Son zamanlarda yaptığı gibi bu kutlama ayinini de ele geçirip, Rumca olarak yöneten, Rum Patriği Bartholomeos; ayinin sonunda cemaate Rumca olarak şöyle hitap etti: “Bizim hakkımızda yakında çıkacak olan “Ahtapot” isminde bir kitap hakkında bilgimiz vardır. Ancak ahtapot; sayısız kolları vasıtasıyla insanların kanını emen bir canavardır biz ise kollarımızı sevgiyle uzatarak bu cemaati kucaklamak isteğindeyiz.

Bu tabi şimdi tebessümle hatırladığımız bir husus. Ahtapot gibi bir adı bir kitaba verirseniz, daha ilk andan itibaren ön yargıyla karşılaşmak kaçınılmazdır.

Ben çok eski bir bilgisayarcıyım. Firmamı kurmamla birlikte daima bilgisayar kullandım. İşim gereği, neredeyse tüm grafik programlarını ileri düzeyde kullanırım. 1994’ten itibaren bir tarih kitabı yazmaya başlayınca evvela tarih araştırmalarında usul üzerine bilgilenme sürecine girdim. Bu usulleri bilgisayarımda nasıl uygulayacağımı araştırmaya başladım. Bir yöntem belirledim ve işe koyuldum. Bir araştırma esnasında ”sınır” koyma gerekliliğine maalesef uyamadım.

Malzeme çoğaldıkça sınırlar taştı. Buna geçirdiğim mali krizlerin getirdiği yükler de eklenince bu proje hep ötelendi. Ama süreç içinde bölüm bölüm yazmaya da devam ettim. Evime gelen akademisyen dostlarım arşivimi görünce şaşırıyorlardı. İlk başta Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili bir kitap projesi olarak başlayan bu çalışmalar; zamanla Rum Patrikhanesi ve Bulgar Eksarhlık ya da Bulgar Kilise Tarihi olarak ikiye ayrıldı. Bu iki konuda ileride birçok kişiye kaynak olacağını sandığım, çok fazla belge ile desteklenmiş başka çalışmalarım çıkacaktır.

Sonunda boşanmayla biten ailevi bir sorun nedeniyle bir ara çalışmalarım tamamen durmuştu. İşlerimi yoluna koyup, boşanma sürecinin de bitmek üzere olduğu 2008’in Ağustos başında, bu artık ikiye ayırdığım kitaplara yoğunlaştığımda, uzun bir süredir ihmal ettiğim arşivimi de dikkatlice gözden geçirdim. Baktım ki elimde bilimsel bir kitaba girmemesi gereken, ama bir anı çalışmasında ilgi çekecek yüzlerce belge ve resim var. Ben de evvelâ bir anı kitabı yazmaya ve bu kitapta elimdeki bu belgeleri insanlarla paylaşmaya karar verdim. Bu anı kitabı bilimsel bir çalışma değildir. Bunu defaten tekrarlamamım bir nedeni var. Mutlaka bu çalışmamız birilerini ve onların kalemşorlarını rahatsız edecektir. Bundan kesinlikle eminim. Anılarımız bahanesiyle her türlü belge -ki bunların çoğu beş on kişi arasında kalmış, yani gün ışığı görmemiş evraklardır- bunları paylaşma arzusu içinde bu kitap yazıldı. Bu kitabın yazılmasının başlıca gayesi “Paylaşmaktır” başta İstanbul Bulgar Cemaati olmak üzere Rum Cemaati’nden ve Bulgaristan’dan konuyla ilgili olanlar. Şu soruyu sorarlarsa ben amacıma ulaşmış olacağım: “Şu 15 yıl içinde neler olmuş da haberimiz olmamış.