23 Temmuz 2010 Cuma

93 ya da 1877-1878 OSMANLI RUS HARBİ ve BULGAR MİLLİYETÇİLERİNİN TÜRK DÜŞMANLIĞI


Bulgaristan; 2. Meşrutiyet’in (1908) karışık ortamında bağımsızlığını ilan ederek ortaya çıkan bir ülkedir. 3. Çarlık Dönemi olarak da bilinen süreç; 1908’den, ülkenin komünist rejime döndüğü 1944’e kadar sadece 36 yıl sürdü. 1944’ten, Todor Jifkov yönetiminin yıkılarak yerine cumhuriyet rejiminin geldiği 1991’e kadar da 47 yıl sosyalist cumhuriyet dönemi oldu. Halen devam eden demokratik cumhuriyet ise 19 seneden beri süregelmektedir. 102 yaşında olan ve bu yüz yıl içinde 3 farklı yönetimle idare edilmiş Bulgaristan; bu mevcudiyetini, (Rumi) 1293 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nin getirisi olan Aya Stefanos Antlaşması’na bağlar ve ona şükran duymaktan geri kalmaz.

1870’te, Sultan Fermanı ile kurulan Eksarhlık’tan doğan şükran, 1878’de Rusya’ya şükran olarak saf değiştirdi. Bu zaman diliminde Bulgarlar ile Rum Patrikhanesi birbirlerini tanımamaktadırlar. Zaten 1870’ten itibaren de (Rumlarca) aforozludurlar. Nasıl olduysa ülkenin komünist rejime geçmesinden sonra (Kiliselerin) birbirlerini tanıdıkları 1945 yılından itibaren, Bulgarlar tamamen başka yöne döndüler. Sultan Fermanı ile bağımsızlık kazanan kilisenin yönü; Rum Patrikhanesine döndü ve Patrikhaneye bağlılık adına yapılmadık entrika kalmadı.

Panslavizm ile Megali İdea’nın ortak bir yanı vardır. Bu iki akım da ilgili ırkın dışında kişilerce yönlendirilmiş ve yüceltilmiştir. 1789 Fransız İhtilali’ni müteakip; “Esaret Altındaki Irklar” diye bir kavram ortaya atıldı. Bu en çok Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren bir kavramdı. Çünkü o tarih diliminde, Osmanlı idaresi altında çok sayıda ırk vardı. Avrupa’da oluşan ya da ustaca oluşturulan Yunan hayranlığı semeresini verdi ve bugün Yunanistan adlı bir ülkenin kurulmasına kadar gitti. Nasıl ki “Yunancılık”, Yunan olmayan unsurların hayranlık ya da menfaatleri ile ortaya atıldıysa, aynı şekilde “Panslavizm” kavramı da Slav olmayan unsurlar tarafından ortaya atıldı.

Panslavizm; daha önceden de var olmakla birlikte en önemli ivmesini 1848’de Çek tarihçi “Frantisek Palacy”in topladığı bir kongrede, Avusturya yönetimi altındaki Slav unsurların temsilcilerinin de katılımıyla kazandı.  Fakat Panslavizm’in en büyük destekçisi; mucidi ya da mucitleri Avrupalılar değil, Çarlık Rusya’sı oldu. Çünkü Rusya; Slav ırklarına yapacağı desteksel yatırımın, Osmanlı’nın zayıflamasına neden olacağını çok iyi görmüş ve bu işin çok iyi bir şekilde gitmiştir. Bu çok uzun ve yoğun bir programdır ve en çok da Bulgarları ilgilendirmiştir.

1875’te Sırplar ve Karadağlılar ayaklandığında, Osmanlı bunu çok çabuk bastırdı. Bu isyanın bastırılması Rusya’ya önemli bir koz verdi ve Ortodoksların, Osmanlılarca katledildiğini öne sürdü. Avrupa’yı da ayağa kaldıran Rusya’nın, Osmanlı’ya verdiği nota sonucunda ise Osmanlı Sırplarla süren savaşı durdurdu, durdurmak zorunda kaldı.

Rusya’nın en büyük yatırımı Bulgarlara yaptığı belirtilmişti. Aynı alfabeyi kullanan, aynı dinin aynı mezhebinde olan Bulgarlar; Rusya için kullanılmaya hazır bir malzemeydi. Osmanlı tebaası Bulgar gençleri -ki bunlar genelde fakir ailelerin çocuklarıydı- Rusya’ya götürüldüler ve bunlara eğitimle birlikte maddi imkânlar sağlandı. Bu gençler aşırı Türk düşmanı olarak yetiştirildiler ve isyan için geri gönderildiler. Bu işler Osmanlı’nın gözü önünde, hatta bilgisi dâhilinde oldu. Ne yazık ki Osmanlı Yönetimi, her taraftan kıskaç altına alındığı bir ortamda, buna karşı Rusya’ya bir hareket yapabilecek konumda değildi.

Bulgar İsyanı” ya da Bulgarların penceresinden söylendiği şekliyle “Bulgar İhtilali”; üç farklı koldan ilerleyerek sonunda Bulgaristan’ın kurulmasına giden süreci tamamlamıştır.

1-Bugünkü Bulgar toprakları üzerindeki komitacıların, başta yağma olarak başlayan ve sonra ihtilal ile birleşen isyanları.

2- Bulgar aydınlarının uyanma hareketi diye tanımladıkları ve gazete dergi gibi yazılı materyallerle desteklenen süreç.

3- İsyancılarla ve uyanışçılarla hiç alakası olmadan başlayan, Rum Patrikhanesi’nin baskılarından bıkan kilise önderlerinin, Patrikhaneye baş kaldırması ki bunun sonucu olarak 1870’de çıkan Eksarhlık Fermanıyla gelişen süreç.

Bulgarların “Bulgar Paskalyası”, Bulgarca söylemi ile “Çarigradski Viligden”; 1 Nisan 1860’ta Haliç’te yaşandı. Bu tarih; Bulgar kilise hareketinin başlangıcı kabul edilir. O gün kilisede olanlar Patriğin adının anılması gereken an geldiğinde, hep bir ağızdan, dini önder İlarion Makariopolski’ye şöyle bağırmışlardır: “Patriği anma Sultan’ı an… Patriği anma Sultan’ı an...”  Sonraki 10 yılda yaşananlar sonucunda ise 27 Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz’in verdiği fermanla Bulgar Eksarhlığı resmen kurulmuştur.  Panslavcıların ve Rusların en az etkili olduğu kanal zaten kilisedir. Kilisenin Osmanlı yönetimi ile sorunu olmayıp sadece Rum Patrikhanesi’ne karşı ayaklanmıştır.

Osmanlı Rus Harbi”; Rumi takvimle 1293 yılına isabet ettiğinden “93 Harbi” ya da “1877 1878 Rus Harbi” olarak bilinir. Bu savaş Balkanlarda Tuna ve Kuzey Doğu Anadolu’da Kafkas cephelerinde cereyan eden en büyük ve çok kanlı bir savaştır. Savaşın başlaması ile Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya tarafsızlık ilan ederken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile birlikte, Bulgar çeteleri de Rusların yanında savaşmışlardır.

Gazi Osman Paşa ile Plevne’de ve Ahmet Muhtar Paşa ile de Doğu Anadolu’da bazı başarılar elde edilmişse de bu savaş, Türk Tarihi’nin en büyük felaketlerinden biri olmuştur.  Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Aya Stefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, Doğu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanı sıra; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığı ile “Tuna Eyaleti”nde kurulacak geniş bir “Bulgaristan Prensliği” de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, “Aya Stefanos Antlaşması”nı kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de “Berlin Kongresi”ni tertiplemişlerdir. Bu anlaşmaya göre ise; Doğu Anadolu’daki bazı yerler Osmanlı’ya iade ediliyor (Beyazıt ve Eleşkirt), Romanya, Sırbistan ve Karadağ meselesi aynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan küçültülerek Balkan Dağları kuzeyinde oluşuyor, Makedonya ve Balkan Dağları ile Ege Denizi arası topraklar Osmanlıya bırakılıyordu. Ayrıca Balkan Dağları güneyinde kısmi özerk bir statüde “Doğu Rumeli” adlı yeni bir eyalet kuruldu. Böylece 93 (1293) Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan “Berlin Antlaşması” ile nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur.

Osmanlı’nın bu savaştaki en büyük kaybı ise Askeri ve siyasi yardım karşılığında Kıbrıs’ın yönetiminin İngilizlere verilmesidir ki bu anlaşmanın doğurduğu kayıplar bu gün dahi önemini korumaktadır. Bu harpte Bulgarlar, Türklere karşı katliam yapmışlar, on binlerce Türkü öldürmüşlerdir. Bu savaşın komutanı aynı zamanda Rus Grand Dükü olan “Aleksandır N. Nikolayeviç”tir.

İşte bu onbinlerce Türk’ün öldürülmesinin emrini veren “Grand Dük Nikolayeviç” için bu gün hala Bulgaristan’da kiliselerde yapılan ayinlerde tercümesi şu olan bir pasaj okunur:

Blagjenopoçivşago osvoboditelya naşego Aleksandır Nikolaeviça i vse voynov padsih na pole brani da pomyanet gospog bog vo tsartvii svoem, vsega i ninye i prismo, i veki vekov

Bunun tercümesi şöyledir:

Kurtarıcı Merhum İmparator Aleksandır N. Nikolayeviç ve dinimiz ve vatanımızın hürriyeti için şehit olan bütün askerleri Allah katında analım.”


Bu söylem; Bulgaristan’ın hala düşmanca davranışları terk etmediğini ispatlar. Zaten Plevne’de bir soykırım müzesi vardır. Ayrıca Batak kentinde de buna benzer kiliseden bozma içinde yüzlerce kafatası bulunan ve Türklerin soykırımını anlatan afişler de bulunan bir soykırım müzesi daha vardır.

Bulgaristan’ın, Türklük karşıtı söylemleri bırakmadığı gibi, bırakmayacağı da anlaşılmaktadır. Zaten Rum Patrikhanesi’ne karşı, tüm yasalarımızı hiçe sayarak aldığı tutum ya da destek de bilinmektedir.

Türk katili Grandük için dua etmek ve şükran ortaya koymak anlamındaki bu söylem; Osmanlı yönetimi süresince ve Cumhuriyet’ten sonra İstanbul’daki Bulgar Kiliseleri’nde hiçbir zaman söylenmemişti.

İstanbul’daki Bulgar Cemaati Başpapazı Konstantin Kostoff; 2002’de rahatsızlanarak ameliyat olduğunda Bulgaristan’dan Milko Topuzliev  adında bir papaz getirtildi. Bu papazı Patrikhane destekleyicileri çok güzel bir şekilde kullandılar. Topuzliev geldiği andan itibaren, Aleksandır N. Nikolayeviç ve askerleri için o fatihayı okumaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini soranlara ise Bulgaristan’daki kiliselerde yapılan duaların aynısını okuduğunu belirtti.

Topuzliev gitti yerine yine Bulgar uyruklu papaz “Angel Velkov” geldi ve o da bu söyleme devam etmeye başladı. Papaz Angel, daha da ileriye gitti ve yanında getirttiği bir ayin ritüelini şu an Rum Patrikhanesi’nin güdümünde olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yönetimi’ne bastırttı. Bu kitapçık halen Şişli’deki kilisede dağıtılmaktadır.

 Ritüelin 13. Sayfasında; Rum Patriği’ne “Ekümenik” denmekte ve Rus Çarı ile askerleri için söylenen Fatiha da içinde yer almaktadır. Son sayfasında (27.) ise; Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Kilise Cemaati yazmaktadır. Bu bir anlamda; Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıları birlikte kestikleri/katlettikleri Rus askerleri ve onların Çarına olan ve bu gün dahi devam eden şükranlarının göstergesidir.

İstanbul’daki T.C. vatandaşlarının cemaatine ait bir kilisede,  aynen Bulgaristan’da olduğu gibi, Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okunmaya halen devam edilmektedir. Çoğunda başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere başka ülkelerin pasaportları da (gayri yasal olarak) olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yöneticileri bunu desteklemekte ve hâlâ atılamayan bu kine ortak olmaktadırlar.