27 Temmuz 2010 Salı

“Patrikhane ile Mücadelem - Bulgar Eksarhlığı Vakfı’nda 15 Yıl” Yazan: “Bojidar Çipof”



“Patrikhane ile Mücadelem”adlı kitabım piyasada bulunmaktadır. 656 sayfa, 220 belge ve 110 görsel içeren bu kitapta; 1993 ile 2007 yılları arasında, Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığım dönemde olanlar belgelerle gözler önüne serilmektedir. Bu süreçte; Rum Patrikhanesi’ne karşı açtığım ve Türk Hukuk Tarihi’ne Yargıtay İçtihadı olarak giren iki dava da belgelerle sunulmaktadır.

1996’da açılan ve 1997’de sonuçlanan ilk dava TCK 175,1 Maddeden içtihat olan ilk davadır. 2002’de açtığım ve 2007’de sonuçlanan ikinci dava ise 2007 AB İlerleme Raporumuza da girmiştir. Bu kitap; Ortodoks kiliseleri tarihi, Rum Patrikhanesi ve Bulgar Eksarhlığı tarihi ile ilgili araştırmacılara ve yukarıda zikredilen davalarla ilgili de hukukçulara çok yararlı olacaktır.

Aşağıda kitabın künyesi ve “İçindekiler” listesi bulunmaktadır.

PATRİKHANE ile MÜCADELEM
BULGAR EKSARHLIĞI VAKFI’NDA 15 YIL

Bojidar Çipof Kitapları 1

İletişim: bojidarcipof@hotmail.com
Adres: Sıraselviler Caddesi 67/11 Taksim İstanbul

Birinci Baskı
Temmuz 2010 (5000 Adet)

©Bojidar Cipof

Bu kitabın her türlü yayın hakkı; Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince yazarına aittir. Kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Kapak, Dizgi ve İç Grafik
Bojidar Çipof

ISBN 978-605-61505-0-0

Basıldığı yer
Kitap Matbaacılık
Merkez Efendi Mah. Davutpaşa Cad. No:123 K.1

ÖNSÖZ

1. BÖLÜM / Sf. 15-74
GİRİŞ, TARİHSEL KRONOLOJİ, TEMEL KAVRAMLAR,
İstanbul Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin Kısa Tarihi
1945 Protokolü ve Shizmanın Kalkması
Bulgar Eksarhlığı’nın Patrikhane Olması
İki Başlı Bulgar Patrikhanesi’ndeki İhtilafların Kronolojisi
İki Başlı Kilise ve İki Patrik
Bartholomeos Döneminde Bulgar Kilisesi ve Rum Patrikhanesi
İstanbullu Bulgarlar Hakkında
Nasıl Başladı?
Rum ve Yunan Düşmanı Değilim
Kitaptaki Temel Kavramlar Hakkında
Bu Kitabın Öyküsü
“Ahtapot” Daha Yazılmadan Bir Gazeteye Manşet oldu!
Patrik de Ahtapotu Yorumluyor
Bartholomeos'un Patrik Seçilmesi
Patrik Seçimi Sonrası Gazeteler
Bartholomeos'un Taç Giyme Töreni
Taç Giyme Töreninde Bulunan Ziyaretçiler
Taç Giyme Töreninin Ekümenik davetiyesi
Bulgar Kiliseleri'nde Rumca Ayinler
Ortodoks Ayinleri (Yortu) Hakkında Açıklama
1989'dan Sonra Yapılan Rumca Ayinler
Patrik Bartholomeos Döneminde Yapılan Rumca Ayinler
Patrikhane’nin (Gizli) İzin Belgeleri

2. BÖLÜM / Sf. 75-246
1993’TE YÖNETİME KATILMAMDAN SONRAKİ DÖNEMİ
Seçim Öncesi Toplantı ve Neden Aday Oldum?
Barholomeos’u Ziyarete Gidiyoruz
Şubat 1994’te Dini Belgeler Krizi Patladı
Rum Patriği Asimilasyona Başladı
Bulgar ve Türk Basını Devreye Giriyor
Bulgar Sinodu Kıpırdandı “Enerjik” Adımlar Atacakmış!
Bulgar Basını Olayı Çözdü
Ortodoks Haftası Bayramı’ndan Sonra Yapılan Toplantı
Başkonsolos Kiril Momçilov’u Anlayamadım!
15 Mayıs 1994 Bulgaristan’dan Gelen Heyet
Bulgaristan Diyanet İşleri Müdür Yardımcısı Emil Velinov
Cumhurbaşkanı Jelyu Jelev’in Eksarhlık Ziyareti
Temelski’nin Bulgar Patriği Maksim’e Sunduğu Gizli Rapor
Aleksandır Kaçarof Asil Üye oluyor
Gelenekselleşmiş Çorbacı Usullerinin Sonu
Bu Gazeteyi Nasıl Atlamışız ve Kim Yalan Söyledi?
Bulgar Gazetelerinde Kostoff Aleyhtarı Haberler
Yönetime Bulgar Gazetelerini Zimmetle Veriyorum
Denetim Kurulu Başkanı Nikola Pogena’nın İstifası
9 Ekim 1994 Cemaati Bilgilendirme Toplantısı
Georgi Kostandov’un Raporu
Bana Casus Dahi Dediler
Metropolit İnokentiy Örnek Belge Getirdi
Kanada’dan Gelen Evlenme Belgesi
Georgi Kostandov’un Evindeki Toplantı Alternatif Dini Belgeler
Bartholomeos’un Bulgar Gazetelerine Öfkesi
27 Aralık 1994 Demir Kilise’nin Günü
Sonunda Dini Belgeler Geldi
1945’ten İtibaren “Vula” Meselesi
1934
1945
Bir Vekâletname ve Bir Zarf
Patrik Kiril’in Gizli Raporu
İktibas İle İlim Olmaz
Bulgar Eksarhlığı’nın 125 Kuruluş Yıldönümü
Bir Radyo Röportajı
300.000 Dolar Masalı Devam Ediyor
Eksarh Yosif’in Varisleri Miras Peşine Düşüyorlar
Paskalya Yaklaşırken Maksim’e Yollanan Açık Mektup
Açık Mektubun Bulgar Basını’nda Yankısı
Konstantin Kostoff Kimdir

3. BÖLÜM / Sf.247-354
1996 PASKALYA DAVASI ve 1.YARGITAY KARARI
13 Nisan 1996 Gecesi
14 Nisan 1996 Paskalya Bayramı
14 Nisan 1996 Paskalya Bayramı’ndaki Ses Kaydı
Olaylı Paskalya’dan Sonra
Kostoff’un Vatandaşlık İşlemleri
Çok Keyifli Bir Yönetim Kurulu Toplantısı
Bulgar Diplomatlar Kostoff’u Mezarlıkta Sıkıştırıyor
Paskalya Skandalından Sonraki Süreç
Evde Yönetim Kurulu Toplantısı
Doktor Gergana Nikolova Mihaylova
Bulgar Basını Nasılsa Paskalya Skandalını Tekrar Hatırladı
Doktor Gergana Mihaylova İçin Casus Haberi
Burada Türk Vatandaşlarının Mahkemesi Görülüyor
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden Gelen Belge
Georges Marovitch Devreye Giriyor
Masonlar da Devrede
Bermuda Mason Üçgeni
Mason Yapılanmasının Şeması
Mason Devlet Bakanı Dimitır Kalçev
Vakıf Yöneticiliğim Süresince Masonlar
1996’da Bartholomeos’un Sofya Ziyareti
Barholomeos’un Gezisinin Ardından İkinci Açık Mektup
Truva Atları: Metropolit Gelasiy ve Dometyan
Mahkeme Başlıyor
Paskalya Ayini’ne Gelen Polislerin Şahitliği
Bulgar Konsolosluk (!) Görevlisi İntikam Peşinde
Kiryako Liaje’nin Bulgar Basını’na Beyanatları
Çok Ağır Bir Manşet: Sen Sinod Rumların Önüne Çömeldi
Patrik Maksim’e 3. Açık Mektup
Mahkemeye Verilen Tercümelerde Dahi Hile Var!
Paskalya Davası Bitiyor
1997’de Yine Vula Meselesi

4. BÖLÜM / Sf.355-458
1997 ve 2002 SEÇİMLERİ, BAŞKAN KOSTANDOV DÖNEMİ
1997 Seçimleri
Demir Kilise’nin 100. Yıl Kutlamaları Öncesi Olaylar
Ve Vakıf Yönetim Kurulu Resti Çekti
Kostandov’un Bulgar Patrikhanesi’ne Yolladığı Rapor
Bulgaristan Büyükelçisi’nin Ricası
İsteyene Bulgar Vatandaşlığı Dağıtılıyor
Bülten ve Duyuru
Anıtkabir Ziyaretimiz
Bulgaristan IPA Üyesi Polisleri Eksarhlık’ta Ağırladım
Demir Kilise’nin 100. Yıl Kutlamaları
Akşam Yemeğindeki Protokol Krizi
Tarsus’taki “İnanç ve Hoşgörü Çağında Dinler Toplantısı”
2000’deki Bulgaristan Gezimiz
Troyan Manastırı’nda Patrik Maksim’le Görüştük
Papaz Aleks Çıkrık
Lionslar’la Birlikte “Dünya Hoşgörü Günü” Kutlaması
2002 Seçimleri ve Görev Dağılımı
4 Temmuz 2002 Patrikhane’ye Ziyaretle Başlayan Süreç
Başbakan Simeon‘a Ziyaret ve İkona Krizi
Başbakan Simeon’un İstanbul Ziyareti
Konstantin Kostoff Ani Bir Kararla Papazlıktan Azledildi
Kostoff’un Papazlıktan Azli Duyurusu Tüm Dünyaya Gönderildi
Bulgarlar Şaşırıyor
Kostoff Bu Durumu Kabul Etmeyerek Basın Açıklaması Yaptı
Başkan Georgi Kostandov’un Çarpıtılan Sözleri
Bulgar Basını Bu Olaya Çok Az Yer Verdi
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’na da “Tebligat” Yolladılar
Patrikhane’ye Cevap
Kostoff’un İstanbul Valiliği’ne Yazısı
Diyanet’le İftar Krizi
2 Aralık 2002’de Başkonsolosla Toplantı
Aralık 2002’de Cemaati Bilgilendirme Duyurusu
Türkleri Katleden Rus Grand Dükü ve Askerlerine Şişli’de Fatiha
93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi

5. BÖLÜM / Sf.459-490
2007 EKÜMENİZM DAVASI YARGITAY KARARI’NA DOĞRU
Kostoff’un Azli ile İlgili Suç Duyurum
26 Aralık 2002’de Başkonsolosla Toplantı
27 Aralık Olaylı Sveti Stefan Bayramı
Para Yardımını Kesme Tehdidi Başladı
7 Ocak 2003’te Başkonsolosla Toplantı
Kaç Metrekare Haber Yapacaksınız?
Lalkovski’nin Mektupları
Erken Seçim Kararı
2003 Seçimleri

6. BÖLÜM / Sf. 491-647
GIRKOMANLAR (GREKOFİLLER) DÖNEMİ BAŞLADI
Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na 2. (Ek) Dilekçe
Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na 3. (Ek) Dilekçe
Yeni Başkana Bulgar Diyanetinden Gelen Mektup
Cumhuriyet Gazetesi’nin Haberleri ve Bana İhtarlar
Vakfa 25 Temmuz 2003 Tarihli İhtarnamem
Kostoff’un Azil Sürecinde Yaşananlar
İçişleri Bakanlığı’nın Bana Verdiği 1. Cevap1
8 Eylül 2003 İlk Duruşma
İçişleri Bakanlığı’nın Bana Verdiği 2. Cevap
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Dilekçe
Mahkeme Sen Sinod Kararını Getirmeye Uğraşıyor
2. Duruşmadan Önce Verilen Belgeler
16 Ocak 2004 2. Duruşma
5 Nisan 2004 3. Duruşma
2004 Paskalya Bayramı
Hemen Bana İhtar Geldi
4 Mayıs 2004’te Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na Dilekçe
Yeni Şafak İçin Bana Çekilen İhtar
Patrik Efendi Sonunda 4. Duruşmaya Geldi
Papaz Angel ile İlgili Valiliğe Dilekçe
13 Eylül 2004 5. Duruşma
29 Kasım 2004 6. Duruşma
20 Aralık 2004 Son Duruşma ve Gerekçeli Karar
Temyiz Dilekçemiz
Savcının Yargıtay Başvurusu
Konjektür Artık Bize Uygundur Dediler
Kilisede Noter Tespiti
Av. Kezban Hatemi, Av. Ayşegül Topuz ve Dimitri Atanasof
Hakkımda İçişleri Bakanı’na Yapılan Özel Şikâyet
Archonluk
Archonların Yarattığı Ekümenik Kepazelik
Yargıtay’ın 13 Haziran 2007 Ekümeniklik Kararı
Karardan Sonra Avrupa Birliği ile Yunanistan’ın Tepkisi
Yargıtay Kararının Tam Metni Anadolu Ajansı’nda
27 Haziran’da Türk Basını
Kararın Dünya’daki Tepkisi
AB Raporunda Bizim Yargıtay Kararı
Kararın Ardından Gelen Telkinler
Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda Bugüne Kadar Görev Almış Yönetim Kurulu Üyelerinin Listesi
SONSÖZ

23 Temmuz 2010 Cuma

93 ya da 1877-1878 OSMANLI RUS HARBİ ve BULGAR MİLLİYETÇİLERİNİN TÜRK DÜŞMANLIĞI


Bulgaristan; 2. Meşrutiyet’in (1908) karışık ortamında bağımsızlığını ilan ederek ortaya çıkan bir ülkedir. 3. Çarlık Dönemi olarak da bilinen süreç; 1908’den, ülkenin komünist rejime döndüğü 1944’e kadar sadece 36 yıl sürdü. 1944’ten, Todor Jifkov yönetiminin yıkılarak yerine cumhuriyet rejiminin geldiği 1991’e kadar da 47 yıl sosyalist cumhuriyet dönemi oldu. Halen devam eden demokratik cumhuriyet ise 19 seneden beri süregelmektedir. 102 yaşında olan ve bu yüz yıl içinde 3 farklı yönetimle idare edilmiş Bulgaristan; bu mevcudiyetini, (Rumi) 1293 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nin getirisi olan Aya Stefanos Antlaşması’na bağlar ve ona şükran duymaktan geri kalmaz.

1870’te, Sultan Fermanı ile kurulan Eksarhlık’tan doğan şükran, 1878’de Rusya’ya şükran olarak saf değiştirdi. Bu zaman diliminde Bulgarlar ile Rum Patrikhanesi birbirlerini tanımamaktadırlar. Zaten 1870’ten itibaren de (Rumlarca) aforozludurlar. Nasıl olduysa ülkenin komünist rejime geçmesinden sonra (Kiliselerin) birbirlerini tanıdıkları 1945 yılından itibaren, Bulgarlar tamamen başka yöne döndüler. Sultan Fermanı ile bağımsızlık kazanan kilisenin yönü; Rum Patrikhanesine döndü ve Patrikhaneye bağlılık adına yapılmadık entrika kalmadı.

Panslavizm ile Megali İdea’nın ortak bir yanı vardır. Bu iki akım da ilgili ırkın dışında kişilerce yönlendirilmiş ve yüceltilmiştir. 1789 Fransız İhtilali’ni müteakip; “Esaret Altındaki Irklar” diye bir kavram ortaya atıldı. Bu en çok Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren bir kavramdı. Çünkü o tarih diliminde, Osmanlı idaresi altında çok sayıda ırk vardı. Avrupa’da oluşan ya da ustaca oluşturulan Yunan hayranlığı semeresini verdi ve bugün Yunanistan adlı bir ülkenin kurulmasına kadar gitti. Nasıl ki “Yunancılık”, Yunan olmayan unsurların hayranlık ya da menfaatleri ile ortaya atıldıysa, aynı şekilde “Panslavizm” kavramı da Slav olmayan unsurlar tarafından ortaya atıldı.

Panslavizm; daha önceden de var olmakla birlikte en önemli ivmesini 1848’de Çek tarihçi “Frantisek Palacy”in topladığı bir kongrede, Avusturya yönetimi altındaki Slav unsurların temsilcilerinin de katılımıyla kazandı.  Fakat Panslavizm’in en büyük destekçisi; mucidi ya da mucitleri Avrupalılar değil, Çarlık Rusya’sı oldu. Çünkü Rusya; Slav ırklarına yapacağı desteksel yatırımın, Osmanlı’nın zayıflamasına neden olacağını çok iyi görmüş ve bu işin çok iyi bir şekilde gitmiştir. Bu çok uzun ve yoğun bir programdır ve en çok da Bulgarları ilgilendirmiştir.

1875’te Sırplar ve Karadağlılar ayaklandığında, Osmanlı bunu çok çabuk bastırdı. Bu isyanın bastırılması Rusya’ya önemli bir koz verdi ve Ortodoksların, Osmanlılarca katledildiğini öne sürdü. Avrupa’yı da ayağa kaldıran Rusya’nın, Osmanlı’ya verdiği nota sonucunda ise Osmanlı Sırplarla süren savaşı durdurdu, durdurmak zorunda kaldı.

Rusya’nın en büyük yatırımı Bulgarlara yaptığı belirtilmişti. Aynı alfabeyi kullanan, aynı dinin aynı mezhebinde olan Bulgarlar; Rusya için kullanılmaya hazır bir malzemeydi. Osmanlı tebaası Bulgar gençleri -ki bunlar genelde fakir ailelerin çocuklarıydı- Rusya’ya götürüldüler ve bunlara eğitimle birlikte maddi imkânlar sağlandı. Bu gençler aşırı Türk düşmanı olarak yetiştirildiler ve isyan için geri gönderildiler. Bu işler Osmanlı’nın gözü önünde, hatta bilgisi dâhilinde oldu. Ne yazık ki Osmanlı Yönetimi, her taraftan kıskaç altına alındığı bir ortamda, buna karşı Rusya’ya bir hareket yapabilecek konumda değildi.

Bulgar İsyanı” ya da Bulgarların penceresinden söylendiği şekliyle “Bulgar İhtilali”; üç farklı koldan ilerleyerek sonunda Bulgaristan’ın kurulmasına giden süreci tamamlamıştır.

1-Bugünkü Bulgar toprakları üzerindeki komitacıların, başta yağma olarak başlayan ve sonra ihtilal ile birleşen isyanları.

2- Bulgar aydınlarının uyanma hareketi diye tanımladıkları ve gazete dergi gibi yazılı materyallerle desteklenen süreç.

3- İsyancılarla ve uyanışçılarla hiç alakası olmadan başlayan, Rum Patrikhanesi’nin baskılarından bıkan kilise önderlerinin, Patrikhaneye baş kaldırması ki bunun sonucu olarak 1870’de çıkan Eksarhlık Fermanıyla gelişen süreç.

Bulgarların “Bulgar Paskalyası”, Bulgarca söylemi ile “Çarigradski Viligden”; 1 Nisan 1860’ta Haliç’te yaşandı. Bu tarih; Bulgar kilise hareketinin başlangıcı kabul edilir. O gün kilisede olanlar Patriğin adının anılması gereken an geldiğinde, hep bir ağızdan, dini önder İlarion Makariopolski’ye şöyle bağırmışlardır: “Patriği anma Sultan’ı an… Patriği anma Sultan’ı an...”  Sonraki 10 yılda yaşananlar sonucunda ise 27 Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz’in verdiği fermanla Bulgar Eksarhlığı resmen kurulmuştur.  Panslavcıların ve Rusların en az etkili olduğu kanal zaten kilisedir. Kilisenin Osmanlı yönetimi ile sorunu olmayıp sadece Rum Patrikhanesi’ne karşı ayaklanmıştır.

Osmanlı Rus Harbi”; Rumi takvimle 1293 yılına isabet ettiğinden “93 Harbi” ya da “1877 1878 Rus Harbi” olarak bilinir. Bu savaş Balkanlarda Tuna ve Kuzey Doğu Anadolu’da Kafkas cephelerinde cereyan eden en büyük ve çok kanlı bir savaştır. Savaşın başlaması ile Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya tarafsızlık ilan ederken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile birlikte, Bulgar çeteleri de Rusların yanında savaşmışlardır.

Gazi Osman Paşa ile Plevne’de ve Ahmet Muhtar Paşa ile de Doğu Anadolu’da bazı başarılar elde edilmişse de bu savaş, Türk Tarihi’nin en büyük felaketlerinden biri olmuştur.  Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Aya Stefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, Doğu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanı sıra; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığı ile “Tuna Eyaleti”nde kurulacak geniş bir “Bulgaristan Prensliği” de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, “Aya Stefanos Antlaşması”nı kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de “Berlin Kongresi”ni tertiplemişlerdir. Bu anlaşmaya göre ise; Doğu Anadolu’daki bazı yerler Osmanlı’ya iade ediliyor (Beyazıt ve Eleşkirt), Romanya, Sırbistan ve Karadağ meselesi aynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan küçültülerek Balkan Dağları kuzeyinde oluşuyor, Makedonya ve Balkan Dağları ile Ege Denizi arası topraklar Osmanlıya bırakılıyordu. Ayrıca Balkan Dağları güneyinde kısmi özerk bir statüde “Doğu Rumeli” adlı yeni bir eyalet kuruldu. Böylece 93 (1293) Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan “Berlin Antlaşması” ile nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur.

Osmanlı’nın bu savaştaki en büyük kaybı ise Askeri ve siyasi yardım karşılığında Kıbrıs’ın yönetiminin İngilizlere verilmesidir ki bu anlaşmanın doğurduğu kayıplar bu gün dahi önemini korumaktadır. Bu harpte Bulgarlar, Türklere karşı katliam yapmışlar, on binlerce Türkü öldürmüşlerdir. Bu savaşın komutanı aynı zamanda Rus Grand Dükü olan “Aleksandır N. Nikolayeviç”tir.

İşte bu onbinlerce Türk’ün öldürülmesinin emrini veren “Grand Dük Nikolayeviç” için bu gün hala Bulgaristan’da kiliselerde yapılan ayinlerde tercümesi şu olan bir pasaj okunur:

Blagjenopoçivşago osvoboditelya naşego Aleksandır Nikolaeviça i vse voynov padsih na pole brani da pomyanet gospog bog vo tsartvii svoem, vsega i ninye i prismo, i veki vekov

Bunun tercümesi şöyledir:

Kurtarıcı Merhum İmparator Aleksandır N. Nikolayeviç ve dinimiz ve vatanımızın hürriyeti için şehit olan bütün askerleri Allah katında analım.”


Bu söylem; Bulgaristan’ın hala düşmanca davranışları terk etmediğini ispatlar. Zaten Plevne’de bir soykırım müzesi vardır. Ayrıca Batak kentinde de buna benzer kiliseden bozma içinde yüzlerce kafatası bulunan ve Türklerin soykırımını anlatan afişler de bulunan bir soykırım müzesi daha vardır.

Bulgaristan’ın, Türklük karşıtı söylemleri bırakmadığı gibi, bırakmayacağı da anlaşılmaktadır. Zaten Rum Patrikhanesi’ne karşı, tüm yasalarımızı hiçe sayarak aldığı tutum ya da destek de bilinmektedir.

Türk katili Grandük için dua etmek ve şükran ortaya koymak anlamındaki bu söylem; Osmanlı yönetimi süresince ve Cumhuriyet’ten sonra İstanbul’daki Bulgar Kiliseleri’nde hiçbir zaman söylenmemişti.

İstanbul’daki Bulgar Cemaati Başpapazı Konstantin Kostoff; 2002’de rahatsızlanarak ameliyat olduğunda Bulgaristan’dan Milko Topuzliev  adında bir papaz getirtildi. Bu papazı Patrikhane destekleyicileri çok güzel bir şekilde kullandılar. Topuzliev geldiği andan itibaren, Aleksandır N. Nikolayeviç ve askerleri için o fatihayı okumaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini soranlara ise Bulgaristan’daki kiliselerde yapılan duaların aynısını okuduğunu belirtti.

Topuzliev gitti yerine yine Bulgar uyruklu papaz “Angel Velkov” geldi ve o da bu söyleme devam etmeye başladı. Papaz Angel, daha da ileriye gitti ve yanında getirttiği bir ayin ritüelini şu an Rum Patrikhanesi’nin güdümünde olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yönetimi’ne bastırttı. Bu kitapçık halen Şişli’deki kilisede dağıtılmaktadır.

 Ritüelin 13. Sayfasında; Rum Patriği’ne “Ekümenik” denmekte ve Rus Çarı ile askerleri için söylenen Fatiha da içinde yer almaktadır. Son sayfasında (27.) ise; Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Kilise Cemaati yazmaktadır. Bu bir anlamda; Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıları birlikte kestikleri/katlettikleri Rus askerleri ve onların Çarına olan ve bu gün dahi devam eden şükranlarının göstergesidir.

İstanbul’daki T.C. vatandaşlarının cemaatine ait bir kilisede,  aynen Bulgaristan’da olduğu gibi, Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okunmaya halen devam edilmektedir. Çoğunda başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere başka ülkelerin pasaportları da (gayri yasal olarak) olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yöneticileri bunu desteklemekte ve hâlâ atılamayan bu kine ortak olmaktadırlar.

8 Temmuz 2010 Perşembe

BİR KİTABIN ÖYKÜSÜ: “PATRİKHANE ile MÜCADELEM”


Bu ay içinde çıkacak olan bir kitabım var. “PATRİKHANE ile MÜCADELEM” Sonunda matbaanın merdaneleri dönmeye başladı.

1993 ile 2007 yıları arasında yaptığım Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda geçen yılları belgelerle anlatıyor. Bu kitap; 780 sayfa ve 300 belge ile fotoğraf ve gazete kupürü içeren, Fener Rum Patrikhanesi ile Bulgar Ortodoks Cemaati arasında o yıllarda geçen hadiseleri gözler önüne serecek.

Bu süreçte 1996 yılında Patrikhane’nin bize yapmaya çalıştığı asimilasyona karşı açtığım bir dava; 1997 yılında Yargıtay’ca onaylandı. Bu aslında Türk Ceza Kanunu’nun 175,1 Maddesinin ilk defa Yargıtay’ca onayladığı bir dava olarak hukuk tarihimize girdi.

2002 yılında açtığım bir başka dava ise 2007’de Yargıtay’ca onaylandı ve Dünya’da büyük ses getirdi. Bu konudaki televizyon haberleri linklerden izleyebilirsiniz. 2007’deki dava bu gün Devletimizin elindeki “Rum Patrikhanesi Ekümenik Değildir” şeklindeki söylemin en büyük mesnetidir.

Aşağıda metin; bu kitabımın içinde bulunan ve kitabın yazılmaya başlamadan önceki, biraz da trajikomik şekilde anlatılan “Bu Kitabın Öyküsü” bölümüdür.

Bu Kitabın Öyküsü

Ben kitap okumayı çok severim ve zengin bir kitaplığa sahibim. 1993’te Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda göreve aldığımda baktım ki 40 yaşına kadar Bulgar Kilisesi ve Eksarhlığı ile ilgili pek az şey biliyorum. Evvela Türkçe literatürdeki kaynakları toplamaya başladım ve ne yazık ki bu konuda çok az kaynak bulabildim. Bulgaristan’daki tanıdıklarım vasıtasıyla kitaplığım ve arşivim zenginleştikçe bir kitap yazmaya niyetlendim ve hazırlıklara başladım ve bu niyetimi bazı arkadaşlarımla paylaştım. Bunun sonucunda çok trajikomik bir sonuç ortaya çıktı.

“Ahtapot” Daha Yazılmadan Bir Gazeteye Manşet oldu!

Tarihe not düşülmesi adına böyle bir kitap yazmak çok iyi olacaktı. Fakat henüz ortada daha hiç bir şey yoktu. Bu sadece bir karardı, niyetti. Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda olan bitenle ilgili bir kitap yazmak istediğimi ve gerçekleri insanların önlerine sermek düşüncesinde olduğumu, Temmuz 1994’te, İstanbul’a gelen Bulgar Patrikhanesi Arşiv Müdürü Hristo Temelski ile konuşmuştum. Bana laf arasında kitabın adını sorduğumda espri olsun diye “ahtapot” olabilir dedim. Kendisi bu çalışmamı ciddiye aldı ve bana yardım edeceğine de söz verdi. Zaten ilerde Temelski ile birçok defa daha görüştük, karşılıklı belge ve bilgi alışverişimiz çok oldu.

Bir gün, Bulgaristan’dan telefon aldım. Bir tanıdığım bana faks çekeceğini söyledi. Faksı alınca hayretler içinde kaldım. Çünkü bizim daha bir sayfası dahi yazılmamış kitap yazma tasarımız; birinci sayfadan ve manşet olarak Bulgaristan’ın en büyük tirajlı gazetelerinden birinde ana haber olmuştu. Ben bir gazeteci ile bunları paylaşmamıştım. Ancak, yazıdaki ifadeler benim kendi söylemlerim ve düşüncelerimdi. Bunları nereden almışlardı, bulmuşlardı? Bir saat kadar sonra durum anlaşıldı!

Bizim Hristo kitap yazma niyetimizi, abartarak ve sanki kitap basıma hazırmış da yakında basılacakmış gibi bir gazeteciye aktarmış. Bu gazeteci de benimle hiç tanışmadığı halde, olayların gündemdeki yerini ve Rum Patrikhanesi’nin o esnada Bulgar Ortodoks Cemaati’nde yarattığı kepazeliği göz önüne almış ve bizim ortada olmayan kitabımızı ve Rum Patrikhanesi ile olan mücadelemizi manşete taşımış.

İşin garibi “Duma” (Söz) Gazetesi, Bulgaristan’daki tirajlı ve saygın bir gazetedir. Bu habere nasıl irdelemeden atladıklarını ve ana haber olarak verdiklerini ise bu kadar sene geçti, hâlâ anlayabilmiş değilim!

Daha sonraları ise durum daha da komik bir hal aldı. Birçok Bulgar yayın evi benimle temasa geçerek, kitabın aynı anda Bulgaristan’da da yayınlanması için tekliflerde bulundular. Aslına bakarsanız bu komik durum beni böyle bir kitabı mutlaka bitirmeye teşvik etmedi değil. Çünkü ortada olmayan kitap için, benimle bir şekilde temasa geçen her arkadaş ve gazeteciler bana Ahtapot’un (Bulgarca söylemi ile “Ahtapota”nın) durumunu, ne aşamada olduğunu sorar oldular.

Hristo Temelski’nin ayrıca, 27 Temmuz 1994 tarihli, Bulgar Patriği Maksim’e yazdığı bir gizli rapor var ki daha sonra o da benim de elime geçti. Raporda da bu “ahtapot” işi fevkalade ciddiye alınmış ve şu ifadeler yer kullanılmıştır: “Bay Bojidar Çipof; elde etmiş olduğu deliller ve ifşa edici materyaller bazında “Ah­tapot" adlı bir kitap yazmaktadır. Bu Ahtapot; İstanbul’daki Bulgarların hayat suyunu emmek isteyen ve onları sarmış olan sayısız kollarıyla İstanbul Patrikhanesi’dir.”

Duma Gazetesi’ndeki Haberin tercümesi şöyledir:

"Ekümenik Patrikhanesi Ahtapot Olarak İlan Edildi
 
5 Ekim 1994 Duma Gazetesi Sofya -Radka Petrova
Metropolit Neofit bu gibi suçlamalar
Ortodoks birliğini kuvvetlendirmiyor dedi

İstanbullu Bulgarlardan Bojidar Çipof’un yazmakta olduğu bir kitapta İstanbul’daki Ekümenik Patrikhanesinin sinsi faaliyetleri, “ahtapot”un zehirli kollarına benzetilmekte­dir. Soydaşımız evvela Türkçe olarak yayınlamayı düşündüğü kitabının adını “Ahta­pot" olarak koymuş.

Yazara göre düşünceleri belki acemice nakledilmiş de olabilir, fakat hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da artık herkesin "Grekomanya” yayıcılarının hain fikirlerini bilmesi gerekmektedir. İşte, Ahtapot’un meydana çıkış sebebi de aslında bu imiş.

Bojidar Çipof İstanbul’daki 600 kişilik Bulgar cemaatinin bir üyesidir. Firmasının adı da “Bojidar” olup elektronik ses cihazları ticareti ile uğraşmaktadır. Bojidar Çipof ilk eserini kendi imkânları ile yayınlayacaktır. “Ahtapot”tan anlaşıldığına göre İstanbul’daki cemaatimizin 190 ailesinden 25 kadarı, kendilerini Patrikhanenin zararlı Rum tesirine terk etmiş durumdadırlar.

Yazara göre, soydaşlarımız; Bulgarlık yerine sevimli bahanelerle ve Hıristiyanlığın birliği adıyla “Rum Davası” saflarına çekilmektedirler. Kitabında; Bulgarların vaftiz belgelerinin Bulgarca değil de Patrikhane’nin istekleri doğrultusunda Rumca yazılması istenmesi üzerine, Bulgaristan’da yankılanan olay, tüm detaylarıyla anlatılmaktadır. Skandal ancak Bulgar Patrikhanesi’nin müdahalesi ile bastırılmıştır.

Ekümenik Patrikhane; İstanbul’daki Bulgar Kilisesi ve cemaatinin kendi yetki alanında altında olduğu ve kendi kanonları (dini kanunlar) çerçevesi içinde hareket edebileceği gerekçesi ile kendi müessesesinin faaliyetlerini haklı çıkarmaya çalıştı. Her iki taraf arasında görünürdeki suskunluktan aylar geçtiği halde; İstanbul’daki Bulgar Cemaati hâlâ Bulgaris­tan’dan gelecek olan özel vaftiz belgelerini bekliyorlar.

Bojidar Çipof, kitabı için şimdiye kadar yayınlanmamış olan verilerden faydalan­mıştır. Kendisi bunların inanırlığını garantilemekte ve Gırkoman soydaşlarını tekrar özüne döndürebileceğini ümit etmektedir.

Yazar kitabında; bazı Bulgarların ve hatta kendisinin de üyesi olduğu Kilise Yönetim Kurulu üyelerinden birkaçının, talimatlar almak için, Rum Patrikhanesine sürekli gitmeye de­vam ettikleri gerçeğini ortaya koymaktadır.

Ağustos ayında "Duma" gazetesinde çıkan habere göre, Türkiye son nüfus sayımında, sınırları içinde 28 etnik gurubun varlığını resmen kabul etti. Ancak bunların içinde Bulgarlar yok. Bu durumda Patrikhanenin gizli etkinliklerinden söz edilebilir mi? Yazara göre ilgisiz kalır, kayıtsızca davranılırsa İstanbul’daki kolonimizin (cemaatin) son ferdi de Rumlar tarafından asimile edilmiş olacaktır.

Bulgar Patrikhanesi Sen Sinod Üyesi Dorotolski ve Çervenski Metropoliti Neofit’e göre ise (Rum) Patrik Hazretleri; İstan­bul’daki Bulgarları Rumlaştırmak gibi bir hareket yapmamıştır. Şimdiye kadar Bulgar Kilisesi onların (
Rumları kastediyor) ruhani bölgesinde bulunduğu halde; dil, gelenek ve bayram gibi Bulgar adetleri aynen kalmaktadır. Ona göre Ortodoks Kilisesi’nin başına (Rum Patriği kastediliyor) yapılan bu suçlamalar, Ortodoks birliğine bir yarar sağlamamaktadır. Neofit, vaftiz ve evlenme belgelerinin hazır olduğunu ve yakın bir gelecekte basılıp İstanbul’daki Bulgar Ortodoks Cemaati’ne gönderilebileceğini sözlerine ilave etti.
"

Patrik de Ahtapotu Yorumluyor

Bu gazetenin haberinden iki hafta sonra, 19 Ekim 1995 günü, yine Bizans oyunları ile Şişli İvan Rilski Kilisesi’nde yapılan, kilisenin gününde Rum Patriği Bartholomeos ortaya çıktı.

Son zamanlarda yaptığı gibi bu kutlama ayinini de ele geçirip, Rumca olarak yöneten, Rum Patriği Bartholomeos; ayinin sonunda cemaate Rumca olarak şöyle hitap etti: “Bizim hakkımızda yakında çıkacak olan “Ahtapot” isminde bir kitap hakkında bilgimiz vardır. Ancak ahtapot; sayısız kolları vasıtasıyla insanların kanını emen bir canavardır biz ise kollarımızı sevgiyle uzatarak bu cemaati kucaklamak isteğindeyiz.

Bu tabi şimdi tebessümle hatırladığımız bir husus. Ahtapot gibi bir adı bir kitaba verirseniz, daha ilk andan itibaren ön yargıyla karşılaşmak kaçınılmazdır.

Ben çok eski bir bilgisayarcıyım. Firmamı kurmamla birlikte daima bilgisayar kullandım. İşim gereği, neredeyse tüm grafik programlarını ileri düzeyde kullanırım. 1994’ten itibaren bir tarih kitabı yazmaya başlayınca evvela tarih araştırmalarında usul üzerine bilgilenme sürecine girdim. Bu usulleri bilgisayarımda nasıl uygulayacağımı araştırmaya başladım. Bir yöntem belirledim ve işe koyuldum. Bir araştırma esnasında ”sınır” koyma gerekliliğine maalesef uyamadım.

Malzeme çoğaldıkça sınırlar taştı. Buna geçirdiğim mali krizlerin getirdiği yükler de eklenince bu proje hep ötelendi. Ama süreç içinde bölüm bölüm yazmaya da devam ettim. Evime gelen akademisyen dostlarım arşivimi görünce şaşırıyorlardı. İlk başta Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili bir kitap projesi olarak başlayan bu çalışmalar; zamanla Rum Patrikhanesi ve Bulgar Eksarhlık ya da Bulgar Kilise Tarihi olarak ikiye ayrıldı. Bu iki konuda ileride birçok kişiye kaynak olacağını sandığım, çok fazla belge ile desteklenmiş başka çalışmalarım çıkacaktır.

Sonunda boşanmayla biten ailevi bir sorun nedeniyle bir ara çalışmalarım tamamen durmuştu. İşlerimi yoluna koyup, boşanma sürecinin de bitmek üzere olduğu 2008’in Ağustos başında, bu artık ikiye ayırdığım kitaplara yoğunlaştığımda, uzun bir süredir ihmal ettiğim arşivimi de dikkatlice gözden geçirdim. Baktım ki elimde bilimsel bir kitaba girmemesi gereken, ama bir anı çalışmasında ilgi çekecek yüzlerce belge ve resim var. Ben de evvelâ bir anı kitabı yazmaya ve bu kitapta elimdeki bu belgeleri insanlarla paylaşmaya karar verdim. Bu anı kitabı bilimsel bir çalışma değildir. Bunu defaten tekrarlamamım bir nedeni var. Mutlaka bu çalışmamız birilerini ve onların kalemşorlarını rahatsız edecektir. Bundan kesinlikle eminim. Anılarımız bahanesiyle her türlü belge -ki bunların çoğu beş on kişi arasında kalmış, yani gün ışığı görmemiş evraklardır- bunları paylaşma arzusu içinde bu kitap yazıldı. Bu kitabın yazılmasının başlıca gayesi “Paylaşmaktır” başta İstanbul Bulgar Cemaati olmak üzere Rum Cemaati’nden ve Bulgaristan’dan konuyla ilgili olanlar. Şu soruyu sorarlarsa ben amacıma ulaşmış olacağım: “Şu 15 yıl içinde neler olmuş da haberimiz olmamış.