25 Haziran 2010 Cuma

EKÜMENİZM ve FENER RUM PATRİKHANESİ

2023 Dergisi'nin Ocak 2010 sayısı; "Patrikhane ve Ekümenizm" konusunu ele alıyor. Bojidar Çipof'un makalesi "Ekümenizm ve Fener Rum Patrikhanesi" de dergide yer almaktadır. Derginin linkinde  (2023 DERGİSİ) bir kısmı olan makalenin burada tamamı verilmiştir



Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) Kiliseleri’nin dinsel ve idari yapısını, konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından şu hususları vurgulamak gerekir: Ortodoks dünyasında, Katolik Kilisesi’nde olduğu gibi Papa’nın ruhani reisliği gibi tek bir ruhani lidere tabi olma durumu yoktur. Katoliklikte, tek merkez, tek lider vardır ve Vatikan tüm Katoliklerin dini merkezidir. Bu gün bir Alman, dün bir Polonyalı, ileride bir başka ırktan papa seçilmesi mühim değildir. Mühim olan Papa’nın Katolik bir din adamı olmasıdır.

Batı Kilisesi olarak tanımlanan Katolik Kilisesi ile daha yakın bir tarihsel geçmişi olan Protestan kiliseler, “ümmetçi” bir davranış sergilerler. Dinî öğretilerinde ve faaliyetlerinde ulusalcılık ve milliyetçilik ön planda değildir. Amaç olabildiğince insanı kendi kiliseleri çatısı altında sâdece inanç yönünden toplamaktır ve bu da misyonerliğin temel felsefesini oluşturur. Etnik durum hiç önemli değildir. Aynı bağlamda da liderin etnik durumu da önem arz etmez.

Doğu Kilisesi’ndeki ise durum çok farklıdır. Çünkü burada ümmetçilik yoktur. Ulusalcılık ve milliyetçilik ön plandadır. Misyonerlik ve “Hıristiyanlaştırma” faaliyetleri de neredeyse yoktur. Bulgar, Rus gibi etnik tanımlamalarla adlandırılan patrikhanelerin başındaki dini lider de doğal olarak aynı ırktandır.  Bu kiliseler millidir.

Ortodoks kiliseleri bir yandan otonomilerini, dini özgürlüklerini sağlamaya çalışırken öte yandan, Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik” iddiası ve  “Tüm Ortodokslar Helen’dir”  felsefesi ile kurmaya çalıştığı dinsel olmaktan çok hiyerarşik baskı ile uğraşırlar. Bu da reddedilmesine karşın din adına milliyetçilik yani filetizmdir. Fener Rum Patrikhanesi de ne kadar Ekümenik yâni evrensel olarak kendini tanımlama gayreti içinde olsa, zaten kuruluşundan itibaren ve hala da devam ettiği gibi başındaki dinî lider yâni patrik her zaman Rum/Yunan olmuştur.

Bu yazımızda, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik iddiasının dinsel ve hukuksal boyutunu çok fazla teolojik kavramlara girmeden irdeleyeceğiz.

Ekümenik olmanın en büyük şartı bir Havari tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhanenin (Roma, İskenderiye, Antakya) yetki ve sınırları M.S. 325 yılında İznik’te toplanan ilk Ekümenik Konsili’nde tespit ve tayin edilmiştir. Bu konsilin IV-V-VI ve VII. maddeleri Metropolit ve Metropolitlik merkezlerinin imtiyazlarına ilişkindir. Havariler tarafından kurulan ve bu yüzden Hıristiyanlık dünyasında “apostolik kabul edilen bu kiliselerden farklı olarak Konstantinopolis (İstanbul) Kilisesi apostolik bir kilise değildir. Nitekim Ortaçağ boyunca Roma Kilisesi, Batı dünyası üzerinde mutlak bir güce sahipken ve krallara taç giydirirken Doğu Roma, yâni Bizans imparatorluğunda durum farklıydı. Öncelikle İstanbul Patrikliği’nin gücü dinsel değil Bizans’ın siyasal gücünden geliyordu. Bizans ne kadar güçlü ise Patrikhane de o kadar güçlü idi. Bizans imparatorları “Sezaropapist bir yaklaşımla kilise üzerinde mutlâk bir denetim kurarak kiliseyi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktaydılar ve patrikler üzerinde çok fazla denetime sahiplerdi.  Birçok tarih ve din kitabında; imparatorla ters düştüğü için İstanbul Adaları’ndaki zindanlarda işkence yapılan, gözleri kör edilen, unvanı zorla elinden alınan patrikler hakkında bilgi bulunur.

Bizans tarihsel sürecinde, patrikler hep emir kuludur. Buna çok bariz bir örnekleme yapılırsa, gelmiş geçmiş patriklerin listesinde çok kısa aralıklarla, bir yıldan da az patriklik yapmış çok ad vardır. Yine aynı bağlamda, birden fazla makama gelen patrikler de bu listededir. Bu imparatorun canı istediğinde azil edilen patrikler, Osmanlı döneminde nispeten daha rahat olmuşlar ama burada da sadrazamlarla rüşvet pazarlıkları yapılmıştır ve bunun da örnekleri bulunmaktadır.

Fener Rum Patrikhanesi belki de en rahat dönemini Türkiye Cumhuriyeti tarihi esnasında yaşamış ve yaşamaktadır. Bu sürede patrik olanların neredeyse çoğu ömür boyu patriktir. Rum Patrikhanesi için “Devlet içinde Devlet” (İmperium in imperia) olma durumu belki Osmanlı dönemi için söylenebilir. Patrikhanenin fesatlık tarihi de bu gibi hadiselerle doludur. Ancak bunlar bu makalenin ana konusu olmadığından burada sadece bir tespit olarak yer vermekteyiz. Yine Patrikhane için söylenen “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter Pares) sıfatlandırması, tamamen Bizans’ın siyasi olarak patrikliği kullanma durumundan ortaya çıkan bir tanımlamadır.

Ne ilginçtir ki bu iki tanımlama, son yıllarda patrikhane ile ilgili olarak çıkan (başta) yanlı araştırma, kitap v.s. de çokça yazılmakta, söylenmektedir. Burada Patriğin birincil konumu tescil edilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu iki eski söylemin yanı sıra Bizans döneminde kullanılan ve bir anlamda hadiseye bir açıklık getiren şu söylem göz ardı edilmektedir: “Patriksiz İmparatorluk olmaz” (İmperium sine Patriarcha non staret)

Evet, bu tarihsel söylem, zaten içinde gerçeği de barındırmaktadır. Patrikhane; imparatorluk için bir araçtır ve de kullanılan bir araçtır.

Tam bu noktada, M.S. 325 yılına dönmek ve İznik Konsili’ni irdelemek gerekir. O yıllarda Hıristiyanlığın serbest bırakılması tamamen siyasi bir olgudur. İmparator 1. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ) Hıristiyanlığı serbest bırakmış, bunda annesi Elena’nın da çok fazla payı olmuştur. Daha sonra kabul edildiği gibi de ikisi birden aziz olarak ilan edilmişlerdir. Kısa bir açıklamayla; Hıristiyanlık tarihinde çoğul ilan edilen çok az sayıda azizlerden olmuşlardır. Bu ikisi Aziz (St.) Konstantin ve Elena olarak anılmaktadırlar.

Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı. Henüz din ile ilgili çok kavramın tam olarak oturmadığı yıllarda, İskenderiye’den yükselen bir akım imparatoru ve tabiî din adamlarını rahatsız etmeye başladı. Bu akım din bilgini Arius’undu; Hazreti İsa’nın varlığı ile ilgili savunduğu ve çok fazla taraftar bulan bir akım kurmuştu. Hatta bunu ideoloji olarak da tanımlamak da mümkündür. Kısaca Ariusçuluk denilen bu kavram kitleleri dalga dalga sarmaya başladı.

İmparator, kitlelerin zihinsel yönetimini elden kaçıracağını anladı ve bir genel konsil toplanmasını istedi. Bu; 1. İznik genel Konsili’ydi. Hıristiyanlar arasında asırlardır tartışılan ve hala karşıtları olan “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” bu konsilde kabul edilmiştir. Bir Hıristiyan, günümüzde bu kavrama karşıysa; sapkındır, heretikdir, din dışıdır.  Ancak bu kavramın doğruluğu kadar bir de kabul ediliş biçimi hâlâ tartışma konusudur ki bundan yola çıkarak yazının sonlarına doğru Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliği irdelenecektir. Çünkü bu konsili yöneten imparator o esnada Hıristiyan değildir ve ateş kültüne tapmaktadır.  Zaten, hasta yatağında son nefesini verirken, Hıristiyan olduğu yazılıdır. Burada “yazılı“ ifadesi özellikle kullanılmıştır. Her halükarda zaten Konsil’de Hıristiyan değildir. Ola ki patrikhaneye, Konsil’de imparator tarafından ekümenik sanı verilmiş olsa dahi bu dini açıdan geçersizdir.

Balkanlarda Hıristiyanlığın yayılması ile 9. ve 10. asırda Bulgar, Sırp ve Rus Kiliseleri Hıristiyanlık dünyasına girmiştir.  Slav dünyasındaki yeni kiliseler;  siyasî güce bağlı olarak kendi krallıklarının güçlenmesi ve Bizans’ın zayıflatılması gibi etkenlerle Patriklik rütbesine yükseltilmişlerdir. Dolayısı ile Ortodoks dünyasında Katoliklerde olduğu gibi tek bir ruhanî lider ve tek bir ruhanî birliktelik yoktur. İstanbul Patrikhanesi Bizans’ın hâkim olduğu bölgelerde egemen ve ekümendir. Yâni Bizans’ın sınırlarının genişlemesi ile nüfuz bölgesi genişlemiş, Bizans’ın sınırlarının daralması ile patrikhanenin sınırları da daralmıştır.

İstanbul’un Fethi ve Osmanlı yayılması ile birlikte Patrikhane bir anlamda gücünü yeniden toplamış ve ruhanî nüfuz bölgesini tekrar genişletmiştir. Bugün Türk tarihçileri Osmanlı hoşgörüsünü vurgulamak adına genelleme yanılgısına düşerek ancak 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bir Millet Sistemi ve Millet Başılığı statüsünü Fatih dönemine bağlarlar.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul Patrikliğine Bizans dönemindeki haklarını ve itibarını iade etmiştir, ancak tarihî deliller patrik efendiye millet başı statüsü verildiğini ispat etmeye yeterli değildir. Nitekim bugüne kadar Osmanlı arşivlerinde bu tür bir belge bulunamamıştır. Patrikhanenin kendisi de bu yönde bir ferman ibraz edememektedir, ayrıca patriklere verilen fermanlarda da Osmanlı tebaası bütün Ortodoksları temsil ettiğini ima eden millet başı lafzı yoktur. 1870 tarihli Bulgar Eksarhlığı Fermanı ile zaten dinî yetki alanı yarıya indirilmiştir.

Bu yazıda patrikliğin “Ekümeniklik” iddiasının gelişi çok saha uzun yazılabilir. Ancak dinsel açıdan neden ekümenik olmadığını çok basit bir yöntem ve düz mantıkla açıklamak mümkündür. Rum Patrikhanesi’nin en büyük iddiası kilisenin Havari (Aziz) Andreas tarafından kurulduğudur. Fakat tarihsel verilerde Aziz Andreas’ın bu topraklara geldiği hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bu kilisenin ilk yüzyılda Andreas tarafından kurulmuş olması gerçek olsaydı, o zaman bir havari tarafından kurulan ve ekümenikliği kabul edilen üç kilise arasında yer alması gerekirdi. Oysaki gerçek o zaman diliminde küçük bir kasaba olan Bizantium’un sâdece bir papazlık olduğu ve Heraklia (Marmara Ereğlisi) Metropolitliği’ne bağlı olduğu hakkında çok fazla kaynak vardır.

Yine aynı düz mantıkla, madem Havari Andreas bu kiliseyi kurdu. O zaman neden 325 İznik Konsili’nde patrikhane olarak yer almadığı da sorulabilir. Bu tespit aslında kendi kullandıkları sıfatla da doğrulanmaktadır. Konstantinopolis Başpiskoposu ve Yeni Roma ile Ekümenik Patriği. Evvelâ Konstantinopolis Başpiskoposu, sonra da Yeni Roma ile Ekümenik Patriği sanları bu patrikhaneye Bizans imparatorları tarafından ve bir zaman diliminde tamamen siyasî amaçlarla verilmiştir.

Çok kısa bir tanımlamayla Fener Rum Patrikhanesi, Hıristiyanlık tarihinde bir havari tarafından kurulmuş elçisel bir kilise değildir. Bu tamamen siyasi bir unvandır.
  
“ÇARMIHA GERİLMEK”

Rum Patriği Barholomeos ile ilgili geçtiğimiz haftalarda çıkan çok sayıda haberler vardı. Amerikan CBS Televizyonu’na verdiği beyanat tartışılıyordu. Ne demişti Patrik bu beyanatında: “Türkiye’de kendini çarmıha gerilmiş hissediyorum” ve devam ediyordu: “Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyoruz

Bu dinsel açıdan mümkün olmayan ekümenikliği bize dayatmaya çalışanların da desteği ile ortaya atılan bir söylemdir.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris Delavekuras, Fener Rum Patriği Bartholomeos'un Amerikan CBS Televizyonu’na yaptığı açıklamayı "Herkes dikkate almalı" diyerek destekledi. Bu zaten beklenen ve de bilinen bir tepkidir.

Yunanistan bu günkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen kurulmuş bir ülkedir. Yunanistan; bir AB üyesi olmasına karşın kökten dinci bir ülkedir. Megali İdea’ya göre merkezi İstanbul olan “Büyük Yunanistan”ı kurmak iken bu amaç gerçekleşememiş ve 1814 Filiki Eterya ile başlayıp 1821’de –Yunanlılara göre- hüsranla biten maceradan sonra gelişen bir takım olaylar sonucunda kurulmuş bir ülkedir.

Yunanistan Anayasası’nda belki de başka bir ülkede örneği bulunmayan maddeler bulunur. Bunlardan 3. madde özetle şöyledir: “Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir (İstanbul)

1789 Fransız İhtilalı’nı müteakiben, Avrupa’da Yunan hayranlığı ve “Yunancılık” akımı başlamıştır. Bunun tohumlarını atan Giritli bir Yunanlı olan ozan, şair Rigas Ferreos’tur. Bu militan şair; Avrupa’da zemini hazır olan Yunan hayranlığını çok güzel kullanarak kendine önemli yandaşlar bulmuştur. Bu yandaşların en önemlisi ise şüphesiz Ferreos’tan fevkâlade etkilenen ve Yunanlılara methiyeler içeren, lirik şiirler yazmış olan Lord Bayron’dur.  Rigas’ın attığı bu tohumlar meyvelerini kısa sürede vererek ortaya Yunan yandaşı olup Avrupalı soylulardan destek gören çeşitli örgütler yaratmıştır. Bu örgütlerin en önemlisi şüphesiz 1814 yılında Rus Çarı’nın, Odesa kentindeki yazlık sarayında toplanarak kurulan ve “Paramasonik” bir kuruluş olan Filiki Eterya’dır. Yunan milli ülküsü olan “Megali İdea”ya göre Filiki Eterya; en kısa zamanda askeri örgütlenmesini de tamamlayarak merkezi İstanbul olan bir ihtilal yapmak ve “Büyük Yunanistan”ı oluşturmak amacı ile kurulmuştu

Uzun zaman bir lider arayışında olan Filiki Eterya; örgütlenmesini sıkıntılı bir şekilde tamamlayabildiğinde artık 1821 yılına gelinmişti. Bu esnada, Rum Patrikhanesi; örgütün silah deposu halini almıştı. Padişah; bu durumu öğrendiğinde derhal Patrikhaneye bir baskın düzenledi ve aramalar esnasında önemli miktarda silahın yanı sıra; eyleme geçildiğinde kullanılmaya hazır çok sayıda sahte yeniçeri giysisi ele geçirildi. Patrik 5.Grigorios şu anda  “Kin Kapısı” denen kapı üzerinde asıldı. İşte “Kin Kapısı” Rumlar ve Yunanlılarca sembolleştirildi ve o meşhur fetva verildi: “Bir Osmanlı Padişahı ya da bir Osmanlı veliahdı ya da bir Osmanlı şeyhülislamı burada (kapıda) asılmadıkça burası açılmasın…” . Aradan geçen 187 yıla rağmen bu kapının açılamamasındaki tek etken bu fetvadır. Yunanlı kaynaklardan öğrendiğimize göre; bu kapı ile ilgili özel bir ritüelin bulunduğu ve her patrik olanın, patrik olduğu gece bu kapının arkasında bu özel ritüele göre bir ayin yaparak bu yemini tekrarladığı ortaya konmaktadır.
                                                                                     
Günümüzde, Rum Patrikhanesi’ne devlet başkanları düzeyinde yapılan tüm ziyaretlerde; ziyaretçi yan kapıdan içeri alınır. Bu kapının açılması yönünde; geçmişte ve günümüzde Türkiye tarafından yapılan talepler ise daima nazikçe reddedilmektedir. O halde bizler de zaman zaman Rum Patrikhanesi tarafından gösterilen  “sahte” iyi niyetli söylemlerine karşı şu soruyu onlara doğrultabiliriz: “mademki iyi niyetlisiniz, o halde adı “Kin” olan bu sembolü artık açınız.”

Yunanistan’ın başşehri Kontantinopolis’tir” diyen bir milletten bahsediyoruz. İlköğretim yıllarından itibaren çocuklarına Megali İdea’yı aşılayan ve topraklarımızda gözü olan bir milletten bahsediyoruz.  Megali İdea emellerinden olan Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenikliği ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması hususlarında da son derece dikkatli olunmalıdır.

1993 yılından 2007 yılına kadar, Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda yöneticilik yaptım. Bu süreçte Rum Patrikhanesi ve mensupları hakkında 1996 ve 2002 yıllarında iki dâvâ açtım. 1997 ve 2007 yıllarında bu dâvâların sonuçları Yargıtay’ca onaylandı ve içtihat hâlini aldı. 2007 yılındaki karar; bir anlamda  “Ekümeniklik” iddialarının çürütülmesi için en önemli dayanak oldu.

13 Haziran 2007 tarihli bu kararın; 26 Haziran’da Anadolu Ajansına düşmesi ile birlikte uzun bir haber maratonu ve uluslararası baskılar başladı. Bu karar hakkında Yunanistan’da ve Dünya Basını’nda birçok haber yer aldı. Kararın açıklanmasından bir gün sonra da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos’un tepkisi geldi. Yorgo Kumuçakos’un bu tepkisinin ardından; Avrupa Birliği Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oli Rehn basın açıklamasıyla kararı kınadı, ardından Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ve daha birçok yabancı siyasetçi de bu karara tepki verdiler.  19-20 Eylül tarihlerinde Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Nicolas Burns, Rum Patrikhanesi’ne geldi ve kendisine Patrikhane hukuk danışmanları tarafından hazırlanan; bu karar hakkındaki yorumları ve ABD Başkanı’ndan istekleri içeren bir dosya verildi. Tabi dosya Bush’un masasına gitti.

Şimdi bu konularda tecrübeli biri olarak şu hususlara dikkat çekmek istiyorum: Patrik’in açıklamaları gelecek bir dalganın habercisidir ve ardından gelecek olan adımlar vardır. Bu adımların en başta gelecek olanı Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dış baskılar artmasıdır.

Bu adamlar hiçbir sözü bilinçsiz söylemezler. Uzunca bir süredir kendilerinin ve “hukuk” danışmanlarının ağızlarına pelesenk olan bir söyleme dikkat etmeliyiz.

“Biz yaklaşık 2000 yıldır bu topraklardayız” Bunun ardından “Ekümenizm” için önemli bir argüman yaratma isteği vardır. Çünkü Rum Patrikhanesi dinî anlamda Ekümenik değildir. Bu tamamen teolojik bir konudur. Çok basit olarak bunun ispatı yapılabilir. Bu teolojik mesnetten yola çıkıldığında 1. İznik Konsili’nden (M.S. 325) itibaren kesintisiz olarak bu topraklarda faaliyette bulunduklarının altı da çizilmek istenmektedir.

Oysa kesintisizlik durumu 1024 yılında bozulmuştur. 1024 yılında Haçlı Orduları İstanbul’u ele geçirdi ve Bizans 57 yıl boyunca İznik’e sığındı. Ta ki Haçlılar kendi istekleriyle ve taş üstünde taş bırakmadan çekildiklerinde geri geldiler. Tabi Patrikhane de o zaman geri geldi.

Bu kesintisizlik söylemi üzerine yoğunlaşmak gereklidir. Ben her zaman siyasi erk kimin elinde olursa olsun, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılamayacağını ve esas tehlike olan Ekümenikliğin, bir anlamda Ortodoks halifeliğinin bu topraklar üzerinde kurulamayacağını savunanlardanım. Beş yıl evvel de “okul açılabilir ama!” dendi. Şimdi de aynısı söyleniyor. O “ama”nın içinde yasalar ve yönetmeliklere de uyma şartları var. Zaten o yasalara ve yönetmeliklere uymak isteselerdi YÖK Yasası çıktığında, bu yasaya uymamak için okulu kendileri kapatmaz ya da süresiz tatile almazlardı. Bu konu da maalesef “Türkiye okulu kapattı“ şeklinde söylenmektedir.

Yalnız şu fevkalade önemli noktaya dikkat çekmek gereklidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde, kabul ettirilmeye çalışılan Ekümeniklik, mâsum bir istek değildir. “Ne olur turizme faydası da olur” demek sâdece “saflık”tır. Müslüman Halifeliği’ni dahi ilga etmiş bu ülkede “Ortodoks Halifeliği” kurulması ile tamamen eş anlamlı olan Ekümeniklik yasalarımıza aykırı bir istektir. Laiklik kavramı ile de tamamen zıttır.